Ramazan KAYAOĞLU

Ramazan KAYAOĞLU


Yeni Bir Çağın Surlarını Döverken

12 Ocak 2024 - 15:48

YENİ BİR ÇAĞIN SURLARINI DÖVERKEN
Başlangıcını ve bitişini önemli olayların belirlediği zaman dilimlerine çağ denir. Bilim adamları, insanlık tarihini zaman dilimlerine ayırırken yazının bulunmasını bir milat olarak kabul etmiş ve İlk Çağ’ı, yazının bulunmasıyla başlatmışlardır. Ondan önceki bütün zaman dilimleri ise tarih öncesi devirler olarak adlandırılmıştır.

M.Ö. 3200 yıllarında Sümerler tarafından yazının bulunmasıyla başlayan İlk Çağ, 375 yılında gerçekleşen ve tüm dünyayı etkileyen Kavimler Göçü ile sona ermiştir. Kavimler Göçü, insanlığa, Orta Çağ adı verilen yeni bir zaman dilimi armağan etmiş ve bu zaman dilimi, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle sona ermiştir. İstanbul’un fethi, insanlığa, Yeni Çağ’ın kapılarını aralamış ve aralanan bu kapıdan süzülen ışıklar, yaklaşık üç yüz yıl, tüm dünyayı aydınlatmıştır. 1789 yılında eşitlik, demokrasi ve milliyetçilik sloganlarıyla yeni bir çağın bayrağı dünyada dalgalanmaya başlamış, Fransız İhtilali ile başlayan ve Yakın Çağ adı verilen bu zaman dilimi, günümüze kadar süregelmiştir.
Bugün insanlık, artık yeni bir çağın surlarını dövmektedir. Ve bu çağ, mazlumların çığlıklarıyla dünyaya duyurulmaktadır. Yıllar sonra bilim adamları, benim bu tespitimi haklı bulup yeni bir çağ başlatırlar mı bilmem ama yeni bir çağ başlayacaksa bence hemen bugün başlamalı ve yitirilen insanlık onurunu kurtarmak için adı da insanlık çağı olmalıdır. Çünkü zaman, çağları yanında sürüklerken, insanı ve onun taşıdığı değerleri geride bırakmıştır.

Bugün dünyanın birçok yerinde mazlum insanların çığlıkları yükselmektedir. Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Suriye’de, Ukrayna’da, Yemen’de ve daha nice yerlerde, çocukların kanlarıyla tarihe not düşülmekte, silahların gölgesi altında, adı yakın olan ama aslında insanlığa çok uzak kalan bir çağ; insanlığı, teknoloji adı verilen silahıyla parçalara ayırarak yok etmektedir. Bu yüzden bugün insanlık, bir yol ayrımındadır. Ya surları dövülen bu yeni çağ, insanlığı huzura kavuşturacak ya da insanlık, kendi eliyle büyüttüğü bu çağın kurbanı olacaktır.
Masum çocukların çığlıkları, çaresiz annelerin gözyaşları, dünyayı sırtlanmaya mahkûm bırakılmış babaların sessiz feryatları, içimizi karatıp bizi umutsuzluğa sürüklese de dili, dini, ırkı fark etmeksizin milyonlarca insanın bu vahşete başkaldırması, bu yeni çağa dair umutlarımızı diri tutmaktadır. Ama umudumuzun büyüyüp yeşermesi, çiçek açıp meyveye durması için bu başkaldırışın artık eyleme dönüşmesi gerekmektedir.

Çığlıkların, başkaldırışların eyleme dönüşmesi kadar önemli bir diğer konu da bu mücadelede bizim hangi safta yer alacağımızdır. Vakit safları belirginleştirme vaktidir. Bugünden sonra artık bize sadece iki seçenek bırakılmıştır. Ya Kabil olacağız ya Habil. Ya Firavun olacağız ya Musa. Ya Nemrut olacağız ya İbrahim. Emin olun bunun ortası olmayacaktır. Çünkü bu devirde, zulme sesiz kalan da zulmü alkışlayan da en az zulmü yapan kadar suçludur. Bugün mazlum coğrafyalarda, masum çocuklara doğrultulan her silahta, sessiz kalan tüm insanlığın parmak izi vardır.

Safların belirginleşmeye başladığı bu dönemde düşmanlarımız, her zamanki gibi savaş hilelerine başvuracaklardır. Binlerce çocuğu öldüren,  binlerce çocuğun organlarını çalan, binlerce çocuğu kaçırıp tecavüz eden sanki kendileri değilmiş gibi insan haklarından, demokrasiden, hukuktan bahsedeceklerdir. Vakit aldanma vakti değildir. Bu sözde demokratların maskeleri Filistin’de, Doğu Türkistan’da, Suriye’ de ve daha nice mazlum coğrafyalarda düşmüştür.

Haykırışımızı, Aliya İzzetbegoviç’in şu sözüyle noktalayalım. “Batı hiçbir zaman medeni olmamıştır ve bugünkü refahı, devam edegelen sömürgeciliği; döktüğü kan, akıttığı gözyaşı ve çektirdiği acılar üzerine kuruludur. Bunu hiç unutma!”  

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum