Ramazan KAYAOĞLU

Ramazan KAYAOĞLU


Öğretmensiz Eğitim

14 Nisan 2023 - 12:18

ÖĞRETMENSİZ EĞİTİM
Mandela, dünyayı değiştirmek için kullanabileceğimiz en etkili silahın eğitim olduğunu söyler.  Birçok bilim insanı ve düşünür de sözleriyle onu desteklemektedir. Peki, biz, ülke olarak bu silahı ne kadar etkili kullanabiliyoruz?

Son yıllarda eğitime ayrılan kaynaklar, açılan okullar ve yatırımlar rekor denilebilecek düzeyde. Ve sayısal verilere bakarak bunun meyvelerinin de alınmaya başlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Örneğin, TÜİK’in 2021 Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanına göre nüfusumuzun % 97,5 okuma yazma biliyor, nüfusumuzun % 17,6’sı ise üniversite mezunu. Bu oranlar, birçok gelişmiş ülkenin oranlarından çok çok daha iyi. Eğitim sadece bir veri işi olsaydı, bu oranlara bakarak eğitim denilen silahı çok etkili kullandığımızı rahatlıkla söyleyebilirdik. Bir de bu oranları, 1970 verileriyle kıyaslayarak elimizdekinin artık sıradan bir silah değil de atom bombası olduğunu bile iddia edebilirdik. Çünkü 1970 verilerine göre nüfusumuzun sadece % 44,2’si okuma yazma biliyordu, üniversite mezunlarının oranı ise sadece % 1 idi. Rakamsal olarak çok güzel değerlere ulaştığımız aşikâr, buna rağmen maalesef eğitim çıktılarımız istenilen düzeyde değil. Bu ise bazı şeyleri, yanlış yaptığımızı gösteriyor. Ve bu yanlışlar düzeltilmedikçe maalesef eğitim sistemimiz, içi boş şişkin bir balona benzemekten kurtulamayacaktır. Peki, eğitimimizi bu durumdan kurtarmak için öncelikle ne yapmalıyız?

Fatih Sultan Mehmet, çağ açıp çağ kapatan bir liderdi. Bu eşsiz deha, dönemin önemli isimlerinden dersler alıp sürekli kendini geliştiriyordu. Bu isimlerden biri de dönemin önemli âlimlerinden biri olan Akşemseddin idi. Fatih, küçükken başarılı bir öğrenci olmasına rağmen biraz yaramazdı. Akşemseddin, bu yaramazlığı yüzünden Fatih Sultan Mehmet’i sık sık uyarmak zorunda kalıyordu. Fatih ise bu uyarılara aldırmayıp padişah çocuğu olduğunu ve kimsenin ona karışamayacağını söylüyordu. Bu durum, Akşemseddin’i çok rahatsız etse de Akşemseddin, yaşadığı sıkıntıları padişaha iletmek istemiyordu. Çünkü bunu, bir öğretmen olarak kendine yakıştıramıyordu. Bir gün çaresiz kalınca mecburen II. Murat’ın huzuruna çıktı ve durumu olduğu gibi padişaha anlattı. II. Murat, Akşemseddin’i dinledikten sonra ona ne yapması gerektiğini anlatıp düşündüğü planı uygulamaya koydu. Bir gün Akşemseddin yine Fatih’e ders anlatırken II. Murat izinsiz bir şekilde içeri girdi. Bu duruma hiddetlenmiş gibi görünen Akşemseddin ayağa kalkıp II. Murat’a okkalı bir tokat attı. II. Murat, hiç sesini çıkarmadan dışarı çıkıp kapıyı çalıp tekrar içeri girdi ve yaptığı saygısızlık yüzünden Akşemseddin’ den özür diledi. Bu olaydan sonra Fatih, babasıyla sürekli tehdit ettiği hocasının sözünden bir daha hiç çıkmadı ve derslerini çok daha iyi dinlemeye başladı. Bu örnekten de anlaşılacağı gibi etkili ve verimli bir eğitimin ilk şartı öğretmeni değerli kılmaktır. Öğrenci üzerinde etkili olamayan, sözü geçmeyen bir öğretmenin, eğitime katkısı yok denecek kadar az olur. Bugün bizler, bu gerçeğe sırt dönerek çocuklarımızın hepsini maalesef birer şehzadeye çevirdik, öğretmenlerimizi ise bir kukla gibi onların eline bıraktık. Bunu o kadar duyarsızca ve acımasızca yaptık ki geriye öğretmen diye bir şey kalmadı. Unutmayalım ki saygı duyulan iyi bir öğretmen; Mehmetleri, Fatih Sultan Mehmet yapar. Tam da bu noktada Clive Staples Lewis’in şu sözünü hatırlamak faydalı olacaktır. “Değerler olmadan, eğitim ne kadar yararlı olursa olsun sadece insanı daha zeki bir şeytan yapar.” Bu yüzden kendi kültürel değerleriyle yetişmeyen, özgürlük maskesi adı altında istediği her şeyi yapabileceğini düşünen ve öğretmenine saygısı olmayan öğrenciler, maalesef sadece okumuş cahillere, psikopatlara dönüşürler. Bu öğrencilerin, belki ilerleyen zamanlarda bir etiketleri olabilir ama bu öğrenciler, hiçbir zaman örnek ve faydalı birer insan olamazlar.

Aristo, eğitimi, kökleri acı ama meyvesi tatlı bir ağaca benzetir. Bu yüzden eğitim, sadece gülüp eğlenerek hiç çaba sarf etmeden ve özgürlük maskesi altında sakladığımız vurdumduymazlıklarımızla başarıya ulaşabileceğimiz bir süreç değildir. Eğitim; bir disiplin, bir ciddiyet işidir. Bu yüzden öğrencilerimiz, bu uzun ve zorlu süreçten geçerken bazen yorulacak, bazen sıkılacak bazen de uyarılacaktır. Günümüz toplumsal yapısında maalesef bu gerçekler göz ardı edilmiş ve birçok çocuğumuz, okullarına Hababam Sınıfı gözüyle bakmaya başlamıştır. Onlar için öğretmen ise sürekli dalga geçilen birer Paşa Nuri ve Külyutmaz olmuştur.  

Değişen dünya şartları, suça özendirici arkadaşlar ve programlar, aile içi sorunlar gibi birçok faktör, çocukları gerçek kimliğinden uzaklaştırmış ve bazı çocuklarımız maalesef kendileri olmaktan çıkmıştır. Zorla okula gönderilen, bu yüzden de sorun yaratması kaçınılmaz olan bu öğrencilerimiz, pimi çekilmiş bir bomba gibi öğretmenlerin kucağına bırakılmıştır. Bu kıymetli bombaların patlamaması için hepimize düşen görevler vardır ama ilk önce öğretmen, öğrencisi gözünde saygın bir yere oturtulmalıdır. Her sorunda suçlu görülen, öğrencilerini uyardığı için bile sürekli soruşturma geçiren bir öğretmenin, tek başına bu sorunların üstesinden gelmesi imkânsızdır.

Son zamanlarda haberlere konu olan birçok öğretmenimizle karşılaşıyoruz. Başarılarıyla gündem olması gereken öğretmenlerimiz maalesef öğrencilerinin yaptıkları olumsuz davranışlarla gündeme oturuyorlar. Hepimizin utanarak izlediği o görüntülerde, öğrencileri tarafından dalga geçilen ve buna sessiz kalan öğretmenleri görüp üzülüyoruz. Birçoğumuz o an onları anlamıyor, belki de böyle öğretmen mi olur deyip öğretmenlerimizi suçluyoruz. Peki, bir öğretmen neden bu hale gelir diye hiç düşündük mü? Gelin bunu basit bir örnekle açıklamaya çalışalım. Haberlere konu olan herhangi bir olayda, öğretmenimizin sessiz kalmayıp öğrencilerini sert bir şekilde uyardığını düşünelim. Bakın dövse demiyorum sadece uyarsa diyorum, birçok velimiz, öğrencimin psikolojisi bozuldu deyip öğretmenden şikâyetçi olur, müfettişler gelir ve öğretmenler günlerce bu sorunlarla uğraşır. İşte birçok öğretmen artık bu çıkmazın içine girmemek için sessiz kalmayı tercih ediyor. Geride ise sadece bilgileri papağan gibi aktaran öğretmenler ve öğretmensiz bir eğitim sistemi kalıyor.

Bütün bunların olmaması için sürece en başından müdahale etmeliyiz. Eğitim programlarını, sınıf havasını koklayan tecrübeli eğitimcilere hazırlatmalıyız. Masa başında ahkâm kesen insanlar, görüldüğü gibi aslında bizi, bir adım bile ileri götüremiyor. Çünkü onların ortaya koyduğu bütün sistem ve eğitimler, istekli ve belirli bir olgunluğa sahip, sorunsuz öğrenciler için tasarlanmıştır. Ama gerçek hayat, onların çizdiği ütopyadan çok farklıdır. Özel okullara giden çocuklarına bakıp program hazırlayan bu insanların, eğitimimize hiç katkısı olmamıştır, bundan sonra da olmayacaktır. Bugün okullarda birçok öğrenciyi, veli korkusuyla okullarda tutuyoruz. Öğretmenim, babam kızmasa ben okula hiç gelmem diyen yüzlerce öğrencimiz var. Sakın bu öğrencilerimizle ilgilenilmediğini düşünmeyin. Rehberlik servislerimiz, günlerce bu öğrencilerimizi dinliyor, onların sorunlarını çözmeye çalışıyor. Sınıf rehber öğretmenleri, sırf bu öğrencileri kazanabilmek için kendi ailelerini ihmal edip onları sinemaya götürüyor, onlarla futbol oynuyor, etkinlikler yapıyor. Ama tüm bu çabaya rağmen bazı öğrencilerimiz ertesi gün yine bütün olumsuzluklarıyla karşımıza geçip öğretmenim ne yaparsanız yapın ben böyleyim diyebiliyor. Bunula yetinmeyip ben zaten okumayacağım deyip çevresine zarar vermeye başlıyor. Öğretmen, çaresizce disiplin kurulu silahına sarılınca da benim kaç tane tutanağım var, hiçbir şey olmadı deyip arkadaşlarına bu olumsuzluklarıyla hava bile atabiliyor. Bu noktalarda sistem o kadar tıkanık ki bazen öğretmenine küfür eden, onu yaralayan öğrenciye bile hiçbir şey yapamıyoruz. Muhakkak ki her öğrenciyi kazanalım, bunun için uğraşalım ama bir noktada dur diyebilelim. Bu tür olumsuzlukları yapan öğrenciler, yeterli cezayı almadığı için bugün yüzlerce çocuğumuzu da kaybettiğimizi unutmayalım. Özellikle ilk kademelerde birçok çocuk iyi ve kötüyü ayırt edebilecek olgunlukta değildir. Onlar, olaylara sadece sonuç odaklı yaklaşır. Bak arkadaşım şunu yaptı ama hiçbir şey olmadı deyip suça bulaşan yüzlerce öğrencimiz var. Ayrıca kötülüğün iyilikten daha hızlı yayıldığı gerçeği de unutmayalım.

Peki, yine şu sihirli soruyu tekrar dönelim. Bütün bu olumsuzluklara rağmen ne yapabiliriz? Cevabı aslında yazı içinde defalarca vurguladık. Sadece öğretmene değer verelim ve onu öğrenci gözünde değerli kılalım, elini kuvvetlendirelim. Öğrencilerimize, sınırsız bir özgürlüğe sahip olmadıklarını, okulda yaptıklarının, hayatta bir karşılığı olduğunu sürekli hatırlatalım. Ve gerisini öğretmenlerimize bırakalım.

Bu süreci tamamladıktan sonra yani öğretmenine saygı duyan ve ne için eğitildiğinin farkına varan öğrenciler oluşturduktan sonra artık bilgi aktarımına geçebiliriz. Bundan sonrası artık çocuk oyuncağı… Bunu yaparken de her çocuğun farklı olduğu gerçeğini unutmayalım. Bu yüzden her çocuğun doktor, avukat, mühendis olması gerektiği dayatmasından kurtulalım. Özellikle ortaokuldan başlayarak mesleki eğitime çok önem verelim ve her çocuğu ilgi ve yetenekleri doğrultusunda mesleklere yöneltelim. Böylelikle hem isteksiz çocuklar bir mesleğe yönlendirilip kazanılmış olur hem de üniversite mezunu işsizler ordusu oluşmaz.

Hepsi bu kadar mı dediğinizi duyar gibiyim. Değil tabii ki, eğitimimizin diğer sorunlarını ve çözüm yollarını bir sonraki yazımıza bırakalım.

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum