Ramazan KAYAOĞLU

Ramazan KAYAOĞLU


Öz Yurdunda Garipsin Öz Vatanında Parya

13 Aralık 2022 - 09:34

Öz Yurdunda Garipsin
Öz Vatanında Parya


Rivayet odur ki Asya Hun İmparatoru Mete Han, Çin ile yaptığı bir savaş öncesinde orduların durumunu görebilmek için yüksekçe bir tepeye çıkar. Tepeden ordulara bakan Mete, Çin ordusunun sayıca Türk ordusundan çok daha fazla olduğunu görür. Bunun üzerine Mete, bir süre sessiz kalır. Yanındaki veziri, Mete Han’ın geri çekileceğini düşünerek “Hakanım ne yapmayı planlıyorsunuz?” diye sorar. Mete Han da ona, şu tarihi cevabı verir. “Bu kadar Çinliyi nereye gömeceğim?”

Bu tarihi anekdotu her okuduğumda Hz. Hamza’nın şu meşhur sözleri tüm benliğimi ele geçirir. “Sayıca bizden fazlalar fakat yine de adil bir savaş olacak. Çünkü onlar, bizi görüyor, biz de onları. Ve ben, gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam.”

Bedir’de, Malazgirt’te, Fatih’in surlarını Şahi toplarıyla dövdüğü İstanbul’da, Preveze’de, Çanakkale’de ve de İstiklal Harbi’nde işte bizi, bu ruh ayakta tuttu. Bu ruh sayesinde hakka sığınıp batıla kılıç salladık. Bu ruh sayesinde korkmadan tüm dünyaya meydan okuduk, okuyabildik. Sayının sadece korkaklar için önemli olduğunu, davasına inanmış cesur insanlar için sayının sadece bir teferruat olduğunu tüm dünyaya, şan ve şerefle haykırdık. Tüm bunları yaparken aynı zamanda mutlak amacımızın zafer olmadığını, sadece rızayı ilahiye ulaşmak için sefere çıktığımızı unutmadık. Bu yüzden bazen savaşları kaybetsek de hep biz kazandık. 

Şimdi yeryüzünün değişik coğrafyalarında savrulurken bu ruhtan ne kadar uzaklaştığımızı daha iyi görebiliyorum. Artık tüm dünyayı maalesef sayılarla anlamlandırıyoruz. Kimin parası, silahı, gücü daha fazla ise onun yanında yer alıyor, taraf tutarken sadece kazanacaklarımıza ve kaybedeceklerimize bakıyoruz. Bu yüzden gözümüzün önünde can çekişen insanlığı göremiyor daha doğrusu görmezlikten geliyoruz.

 Bugün Doğu Türkistan’da yaşanılanları bunun dışında ne ile açıklayabiliriz? Geçmişte dünyanın diğer ucundaki farklı inanç ve ırktan milletlere bile yardıma koşarken bugün burnumuzun dibindeki soydaşlarımızı nasıl oluyor da görmezden geliyoruz? Her gün yatağına aç girip, gece çığlıklarla uyanan çocukları, nasıl oluyor da duymuyoruz, görmüyoruz? 

Belki biz, şu an bu satırları okurken bir kız kardeşimiz alçak bir Çinli tarafından tecavüze uğruyor. Bir diğer kardeşimizi cami minaresinden aşağıya atıyorlar. Bakın yaşlı bir amcanın sakalı çekiliyor, küçük bir kız çocuğu sokak ortasında sürüklenerek götürülüyor. Bitmedi bir de şu köşeye bakın. Bakın tam şurada saçları usturaya vurulmuş bir delikanlı, sırf Türk olduğu için kurşuna diziliyor. Durun gitmeyin, yüreğiniz kaldırabilecekse bir de şuraya bakın. İçinde insanların olduğu evler, kahkahalarla bakın nasıl da ateşe veriliyor. Gerçi bu dünya kupası kadar dikkat çekmeyecek ama yine de söyleyelim. Burnumuzun dibinde, hemen şuracıkta, bir ulus, iğrenç toplama kamplarında, her gün acı çeke çeke can veriyor.

Vicdanlarımızı rahatlatmak için isterseniz gözlerimizi kapatalım, kulaklarımızı da tıkayalım. Hatta cami çıkışında Doğu Türkistan için yardım kutusuna beş lira atalım. Belki kahrolsun Çin diye de bağırırız, iyi olmaz mı? Hatta sosyal medyada bir resim bile paylaşırız ellerimizdeki Türkistan bayraklarıyla. Sonra… Sonra mı? Gömeriz kafalarımızı, kalbimizi katılaştıran dünyalıklarımıza ve hayatın tadını çıkarırız. 

Doğu Türkistan için artık sözün bir anlamı kalmadı. Ölen çocuklar için, yalvaran anneler için, gözyaşı döken minicik kızlarımız için bir şeyler yapılmalı. Bir buçuk milyar Müslüman, iki yüz milyon Türk, bir şeyler yapmalı. Yoksa mazlumların akıttığı bu gözyaşları, Nuh tufanından daha yıkıcı olacak. Ve tüm bu duyarsızlıklarımızdan sonra bizi kurtaracak bir gemide olmayacak.
 
     

 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum