Ramazan KAYAOĞLU

Ramazan KAYAOĞLU


Neden Edebiyat?

10 Ocak 2023 - 15:50



Edebiyat, insanlık tarihi kadar eski bir sanattır. Düşünen bir varlık olan insan, kendini diğer canlılardan ayıran bu en önemli özelliğini fark edip diğer varlıklarla paylaşmaya başladığı andan itibaren edebiyata kapı aralamıştır. İnsanın duyguları, aralanan bu kapıyı tamamen açmış, duygu ve düşüncelerimize eşlik eden imgeler ise açılan kapıyla karşımıza çıkan dünyayı, daha anlamlı ve daha güzel bir hale getirmiştir. 

Edebiyatın bize bir hediyesi olan bu yeni dünya, insan için bir mücadele alanı olan gerçek dünyanın yani yaşamımızın bir nevi sözcüsü olmuştur. Evet, hiç tereddüt etmeden söyleyebiliriz ki hayat bir mücadele alanı ise edebiyat, bu mücadelenin dilidir. Bilerek veya bilmeyerek insanın, yüzyıllar boyunca edebiyatı, gizli bir silah gibi yanında taşıması işte bununla ilgilidir. Çünkü insan, zorluklar karşısındaki çaresizliğini ve öfkesini; güzellikler karşısındaki memnuniyetini ve sevincini; utancını, kimsesizliğini, kibrini, acizliğini ve daha nice duygu ve düşüncesini, edebiyat ile dışa vurmuş ve bu sayede yaşama tutunmuştur. Bu sebeple ilk edebi eserler arasında sayabileceğimiz destanlar, hep büyük olayları, dolayısıyla büyük yaşam mücadelelerini konu edinmiştir. 
Örneğin Gılgamış Destanı, bizlere, hayat karşısında mutlak bir galibiyet arayan bir kralın ölümsüzlüğü arama hikâyesini anlatır. Ergenekon Destanı, Türklerin esaretten kurtuluş mücadelesini etkili bir şekilde gözler önüne serer. Göç Destanı, Uygurların açlık ve kuraklık yüzünden ana vatanlarından ayrılmalarını can alıcı bir şekilde bizlere sunar. Bu örneklerden sonra bir daha belirtmek gerekir ki edebiyat, güçlü bir yaşam çığlığıdır.

Ancak bu evrensel çığlık, her toplum tarafından farklı şekilde atılır. Bu da edebiyata çeşitlilik ve güzellik katar. Aiskhylos, Homeros, Cervantes, Montaigne, Shakespeare, Beydaba, Yusuf Has Hacip, Ahmet Yesevi, Kâtip Çelebi, Ali Şîr Nevai, Ziya Paşa, Nedim, Dostoyevski, Tolstoy, Cengiz Aytmatov, Sezai Karakoç, Orhan Kemal, Nazım Hikmet, İsmet Özel ve Mustafa Kutlu gibi nice edebiyatçılar, yaşadıkları toplumun duyulan çığlıklarıdır. 
Bu çığlıklar, hayatı ve insanı anlamlandırmış, toplumu oluşturan bireyleri aynı zamanda birbirine bağlamıştır. Bu bağı kuvvetli olan toplumlar, bu yüzden daha uzun soluklu bir hikâye geride bırakmışlardır. Onların hikâyesinde zorluklar olsa bile hep bir umut vardır. İşte edebiyat, o umudun ışığıdır.
Edebiyat ve insan, uzun hayat yolcuğunu, bu yüzden hep kol kola yürümüştür. Onları birbirinden ayırmak neredeyse imkânsızdır. Çünkü bu ikili arasında çok derin, çok sağlam ve vazgeçilemez bir bağ vardır. Ve bu bağ, her iki taraf için de terkedilemez bir yaşam döngüsü oluşturmuştur. 

Döngünün ilk aşamasında toplum, tüm değerleriyle edebiyatı doğururken bir süre sonra edebiyat, doğduğu toplumu besleyip büyütmüş ve ondan yeni bir toplum ortaya çıkarmıştır. Bu yüzden edebiyat; hem bir annedir, hem de bir çocuk. Güçlü, sağlam ve sağlıklı toplumların inşası için bu ilişki hep hatırlanmalı ve edebiyattan bir anne gibi beslenilirken bir yandan da ona, bir çocuk gibi özenle bakılmalıdır. 

Güçlü toplumların, güçlü edebiyatlar oluşturması veya sağlam bir edebiyatın sağlam toplumlar ortaya çıkarması bu yüzden bir rastlantı değildir. Belki de Şinasi, bu mükemmel bağın farkına vardığı için bu eşsiz çocuğa, edep kökünden gelen edebiyat ismini vermiştir. 

Milletler, edebiyat ile insan arasındaki bu güçlü bağın farkına varamazsa, bilerek veya bilmeyerek bu eşsiz bağ orijinalliğinden koparılırsa, toplumlar çığlıksız kalır veya duyulan çığlıklar yabancılaştığı için kimse tarafından anlaşılmaz. Bu sebeple, bir süre sonra toplumlar, acı içinde can çekişerek ve kimsesiz bir şekilde, can verir. Bu yüzden edebiyat ama ille de milli edebiyat…

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum