Murat ÇELİK

Murat ÇELİK

Sinema

Sinema, Gerçeklik ve Bilinç

21 Mart 2024 - 07:10

SİNEMA, GERÇEKLİK VE BİLİNÇ
1-İmaj/Suret, Kelam/Söz ve Dünya Görüşü Bağlamında Sinema, Gerçeklik ve Bilinç
Murat ÇELİK

Şiir ve müziğin zamanın, hareketin sanatı olduğu; resmin ise mekanın, hareketsizin ve dondurulmuşun sanatı olduğu yönündeki tartışmalara aşinayız. Aralarındaki bağlantı ve benzerlikleri gördüğümüzde de estetik açısından bütünü kuşatan ilkelere ulaşmaya çalışıldığına şahit olabiliriz. Mesele sinema olduğunda ise zaten bu tartışmaların biraz daha zorlaştığı görülebilir. Sinemanın görselliği yanında zamansal, ritmik ve devinimi olan bir sanat olduğu aşikar. Pek tabiidir ki burada sinemadaki zaman ve hareket imajının genel zaman akışı içinde belirli bir zamana ait olduğu belirtilebilir. İşte bu noktada imaj/suret kavramları üzerinde durulması gerekir.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki imaj kelimesinin karşılığı olarak burada suret kelimesini bilinçli olarak tercih ediyorum. Genellikle imge olarak karşılık bulmuş. Husamettin Arslan’ın Mitchell’in İkonoloji kitabının çevirisinde imaja karşılık olarak niçin sureti tercih ettiğini uzunca bir dipnotta açıklamıştı (1). Uzun zamandan beri imaj-imge-suret-hayal kelimesinin anlamları üzerinde duruyordum. Suret kelimesinin daha isabetli olacağı kanaatindeyim. Çünkü imaj kelimesinden türetilen kavramlara karşılık bulmak söz konusu olduğunda imge kelimesinden en fazla imgelem tutmuş görünüyor. Oysa suret, tasvir, tasavvur, musavver gibi kavramların literatür geçmişimizle bağlantısı yönüyle de çok yüksek bir tutarlığı, geçerliği olduğunu söyleyebilirim. Kamus-u Okyanusta Suret kelimesinin iki anlamından bahsediliyor. Birinci anlamında hissedilebilir, algılanabilir olan şekildir ki insan ve çoğu hayvan bunu idrak eder, mesala atın sureti gibi. İkinci anlamında ise akledilen (ma’kul) anlamında sadece insana muhtas, insanın akıl ve ru’yeti gibi, görebilmesi mesela basiret sahibi olması gibi ya da herşeye mahsus manalara suret dendiği açıklanıyor. Manaların, niteliklerin sureti ve şeylerin algılanan sureti şeklinde iki anlama geldiği belirtiliyor (2).

Joseph Trapp, imaj için “düşünceler nesnelerin imajları, kelimeler düşüncelerin imajlarıdır” demektedir (3). Klasik mantıkta olduğu gibi mantık konuları itibariyle ya tasavvur ya da tasdiktir. Burada tasavvur ma’kul suretlerdir/imajlardır. Bir çeşit tasvirlerdir. Zaten edebi tasvirler kelimelerle resmetmedir. Diğer taraftan göstergebilim ve dilbilimin yaklaşımlarıyla bakacak olursak tüm sanatlar ve dil göstergelerle oluşur. Bu göstergelerin çeşitli sınıflandırmaları yapılmıştır. Mesela Pierce göre göstergeler üç kısımdır. Bunlar ikon, işaret ve simgedir. Bu göstergelerin üçünde de gösterge ile nesne arasında bağıntı temeldir. İkonik göstergelerde benzerlik ilişkisinden, işaret göstergelerde fiziksel bağdan (dumanın ateşi işaret etmesi gibi) , simgesel göstergelerde de alışkanlıktan ötürü nesne ile bağıntı kurulur. Peter Wollen Pierce’in kuramını sinemaya uygular. Bir başka kuramcı Metz sinemanın ikonik yönünün güçlü olduğunu vurgular. Göstergenin ya doğal ya da kültürel olabileceğini söyler. Bazin sinemanın işaretsel yönünün güçlü olduğuna inanır. Çünkü Bazin gerçekçi geleneğin kuramcısıdır. Eisenstein ise sinemanın simgesel yönünün güçlü olduğuna inanır (4).

Kelam/söz ile imaj/suret arasında doğa ile kültür, ruh ile madde vb. olduğu gibi diyalektik bir zıtlık olduğu düşünülebilir. Ancak imaj ve söz ikisi de bir çeşit göstergedir. İkisinde de benzerlik, temsil vb. bir bağıntı vardır gösterilenle. Göstergebilimin çıkmazı belki de gösterilenin ne olduğu hususunda saklıdır. Tarkovski “Ben kendimin şiirsel sinema akımı içine yerleştirilebileceğime inanıyorum” derken biz bu duruma suretin şiirselleşmesi ya da gösterilenin şiiriyeti açısından bakabilir miyiz? Gösterilenin şiiriyeti denilebilir çünkü o bütün sanatların kalbe (alıntıladığım yer ruh ya da tin diye çevirse daha iyi olurdu) hitap etmesi gerektiğni söyler (5). Diğer taraftan suretin şiirselleşmesini de onun filmlerindeki birçok görüntünün şiirselleşerek bir şiir tadında bu suretlerin hafızamıza kazınmasıdır. Hatta nasıl ki şiirde akli-sözel imajlar/suretler oluşuyorsa onun sinemasında da ontik olarak görüntü-imajlar/suretler oluşmuştur. Mesela stalker filminde izsürücünün sürekli acı çekme, hafakan imajları, su ve teknoloji çöplüğü imajları, yazar ve bilimadamı imajları çok güçlüdür.

Sözün sihirli etkisi ile imajın sihirli etkisi karşılaştırılırsa benzerlik-farklılık neyi temsil ettiklerinde ortaya çıkar. Mecid Mecidi’nin gözleri hiç görmeyen bir adamın gözlerinin Fransa’da tedavisinden sonra ülkesine görerek döndüğünde kendisini karşılayan kalabalığın içinden annesini tanımasını gösteren görüntülerle aynı durumu iyi bir öykücünün tasvirleriyle söze döksek aynı etkiyi bırakıp bırakmayacağından ziyade imaj ya da tasvirleri oluşturanlara ve tasvirlerin, imajların neyi gösterdiklerine yönelmemiz gerekir. Burada sinema üzerine yapılacak biçimsel tartışmaların içeriğe yönelik olması gerektiği de vurgulanabilir. Sinema imajlarını kimlerin oluşturdukları ise o kişilerin dünya görüşleri açısından önemlidir. Tasavvurlar tasvirleri ve suretleri oluşturur. Cemil Meriç der ki “İdeolojiler, bir tasavvurlar bütünüdür ama bu tasavvurların çok defa şuurla bir alakası yoktur.” Esasen tasavvur ve suretlerin arkasındaki ideolojiyi aramak yerine tam tersini aramak gerekir. Yani ideolojilerin daha yumşak bir ifade ile dünya görüşü arkasındaki tasavvur, tasvir ve imajları. Böyle yaptığımızda dünyadaki sağ, sol, liberal vb. ideolojilerin arkaplanda birbirine benzeyişleri ve benzer çözümler sunmaları daha rahat idrak edilebilir. Rockfeller ailesinden bir karunun avukatlarından birine “ailem dışında dünyadaki diğerlerinin bir önemi yok” sözü ile M. Haneke’nin vicdan buzullaşmasını anlattığı “Benyy’nin Videosu” filminde olağanüstü bir soğukkanlılıkla arkadaşını öldüren yeni yetme bir gencin ailesi tarafından nasıl korunarak cesedin yok edildiği filmi arasındaki tasvir-imaj aynıdır. Ya da olumlu tarafından bakalım. Dolls filminin aşkın hakikatini anlatan en iyi filmlerden oluşu Fuzuli’nin Leyla ile Mecnunun aşk hakkında en iyiler arasında olmasına benzer. Anlatılamayanı sezdirmek, bir şeyin hakikatine gönderme yapabilme kapasitesi ve estetize edilerek sunulabilmesi. Bu benzerlikler şiirin ve sinemanın ontik farklılığında ortaya çıkan aynı şeye (mesela aşkın hakikatine) götürür.

Son olarak Turgut Cansever’in sinemayı sanat olarak görmeyişinin sebeplerinin-değerlendirdiğimiz bağlamda olması hasebiyle- yeterince tartışılmadığı kanaatindeyim. Cansever’e göre sinema gizli telkin yapmaktadır. Gizli telkin sanat olamaz. Cansever benzer bir durumun romanda da olduğunu söyler. Yine O’na göre sinema zihinsel-görüntüsel sınırları oluşturarak şiir ve müzikte olan özgürlüğü sağlayamamış ve sınırlamış olur. İkinci sebep kanaatimce çok tartışma götürebilir. Ama ilk sebep gizli telkin meselesi görüntüsel imajın doğasında var. Seyreden bilinç görüntü-imajların gizil etkisinden nasıl kurtulabilir? Kelamın açık teklif ve muhatabın tercih edebilme mesafesi görüntü-imajda nasıl sağlanabilir? Sanatın estetize edişin doğasından çok propagandanın doğasına uygun gizli yönlendirme yine yönetmenin bilincindeki gerçeğe direk gönderme yapmayan imaj/suretlerle aşılabilir mi? Usta yönetmenler aşıyor gibi geliyor bana. Düşünülmeye ve tarşılmaya değer olduğu kesin. Sizce?


İkonoloji, W. J. T. Mitchell, sh.-1
Kamus-u Okyanus, Mütercim Asım Efendi, 1.cilt, sh.-941
Mitchell, age, sh.-26
Seçil Büker, Sinemada Anlam Yaratma, sh.-43
Tarkovski, Şiirsel Sinema, sh.-3




             
           

 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum