Talip KOKTAŞ - Şair Yazar

Talip KOKTAŞ - Şair Yazar


YAŞAMA SANATI

03 Mayıs 2024 - 17:02

YAŞAMA SANATI
Talip KOKTAŞ

Hayatı yaşamak mı, hayatta kalmak mı? Tercih olarak bu iki durumdan birini seçmeniz sorulsaydı, hangisini seçerdiniz? Herkesin cevabı kendinde baki kalsın. Yazının sonunda tercihlerimizle yaşadıklarımız arasındaki farkı fark edip edemediğimize karar veririz.
Hayatı yaşamaya mı çalışıyoruz yoksa hayatta kalmaya mı çalışıyoruz? Belki de temelde sorulması gereken soru bu olsa gerek! Şüphesiz insan filmin sonuna geldiğinde yaşam mücadelesi vermek yerine yaşamı yaşamış olmayı tercih ederdi.

Herkes pişmanlıklarını sarıp bir top beze arkasına dahi bakamadan çekip gidiyor bu dünyadan. Arkasında kalanlara soruyorlar, nasıl yaşadığını! Onlar da geçiştirir bir cevapla iyi bilirdik deyip konuyu kapatıyor ve üzerine toprak atmak için sıraya giriyor. Yaşarken onunla ilgili tüm görevleri yerine getrmişlercesine bunu son görev bilincinde göğüslerini kabartarak ifa ediyorlar. Ne diyelim, Allah rahmet eylesin!

Peki, neyi yaşıyor insan bu hayatta? Neyin mücadelesidir verdiği? Yaşam mücadelesini kaybeden yoğun bakım hastası gibi mi yaşıyoruz bu hayatı acaba? Yoksa mücadeleden tamamen yoksun hayatta kalmak uğruna yaşamanın kendisini mi ıskalıyoruz?

Virüs illeti nedeniyle bir döneme damga vuran pandemi meselesinde hayatı iyiden iyiye ıskaladığımızı ve hayatta kalmak için yaşadığımızı gözümüze soktular. Bu nasıl bir yaşamaksa, yaşamın kendisi için yine yaşamdan vazgeçerek yaşamı camdan bir fanusun içine hapsettik. Bir dönemi “Gemisini kurtaran kaptan!” mottosunda geçirirken insanların empati ve sempati duygusunu körelttik. Sosyal mesafe adı altında insanlar birbirlerinden kaçar adım uzaklaşırken karşısındakine cüzzamlı gibi bakmaya başladı. İçten içe büyüyen bu olumsuz düşünce ikili ilişkilerin yerle yeksan olmasına neden oldu. Hayatta kalmak uğruna hayatı beraber yaşamamız gereken insanlardan kaçar adım uzaklaştık. Hayatımızı ıssız bir adada tek başına yaşanılacak yer haline getirdik. Bunun da en büyük nedeni yaşamın ölüm ile dizayn edilmesi olsa gerek. Bu dönemde yiten ve elimizden alınan değerlere sahip çıkmak yerine rakamsal ölümlerin çetelesiyle boğuştuk ve ölüm korkusuyla yaşamayı öldürdüğümüzü fark edemedik.

Bu durum sadece pandemi dönemiyle kalmadı. Süreğen bir illet olarak bu hal üzere yaşamaya devam ediyoruz. Hayatımızın en güzel çağlarını başarmak uğruna çalışmayla geçiriyoruz. Büyüyünce de mevcut duruma isyan ettiğimizde “Çocukluğuna inmek gerek!” diyorlar. Keşke indikleri çocukluğumuzda bizim yaptığımız hatalar yerine onların bize dayattığı yanlışlara baksalardı! Yahut çocukluk durağımızda indikleri yerde kalakalsalardı. Çocukluğumuzu alfabenin gizemli (!) harfleriyle geçiştirdik derken en garanti meslek diye memur olmak için ergenlik ve gençliğin deli çağlarını da sonunda “S” harfi eksik olmayan sınavların peşinatına saydırdık ve başarı derdiyle hayatı yaşanmaz hale getirdik.

Yanımızdan geçip giden birbirine düşman olma zihniyetinin bizde bıraktığı duygudaşlık yoksunluğunun hesabını da psikologlara havale ettik. Hasbelkader üniversiteyi kazandığımız zaman da kişisel gelişim adı altında kendini gerçekleştirme doktrinleri ile kendinden başkasını düşünmeme fikrini perçinleyerek puzzledaki eksik parçayı da tamamlamış olmanın huzuruyla savaşa hazır bir nefer oluverdik.

Chul Han'ın dediği gibi Hayatı yaşanır kılan ne varsa hepsini hayatta kalma uğruna seve seve feda ettik.” Hayatta kalmak uğruna sadece yaşamayı değil inandığımız değerleri ve savunduğumuz ideolojileri de hiçe saydık. Hayatta kalmak için her şey mubahmış gibi bir yanılgının yenilgisini tattık. Yaşamın anlamını yitirdiğimiz için ölümü de bir nesne olarak görmeye başladık. Kendimize itiraf edemezsek de yaşamak için öldür gibi bir facianın eşiğinde durur olduk. En çok izlenen ve eğlence programı olarak görülen Survivor isimli program bir bakıma yaşadığımız hayatın bir simülasyonundan başka bir şey değil. Programda eğlence olarak izlenilen yarışmalar içinde bulunduğumuz hayatın evrelerinin prototipi gibi. Hayatta kalmak için arkadaşını yenmelisin, elenmemek için mücadele etmelisin, aç kalmamak için diğerleriyle yarışmalısın ve ancak kazananın karnı doyabilir, gibi düşüncelerin bilinçaltına yerleştirildiği program yaşadığımız hayatın getirilmek istendiği noktayı bize göstermesi açısından manidardır. Bu zihniyetin sonucunda dünya gladyatörlerin savaştırıldığı bir arenaya dönüştürüldü.

Hayatta kalmak fiziki bir eylem iken hayatı yaşamak ruhsal bir durumdur. Günlük rutinlerde boğulurken nefes almaya devam ediyor olabilirsiniz ancak yaşamdan duyacağınız huzuru yitirmiş olacaksınız. Fiziksel yaşama aldanınca fizikötesini göremeyeceksiniz.

Platon’un Mağara alegorisindeki zincirlenmiş üç insanın hikâyesi bugünümüzü en iyi anlatan bir örnektir. Ya zincirlerinizden kurtulup geçici körlüğe razı olarak hakikatin ne olduğunu keşfedeceksiniz ve yaşamanın hazzını tadacaksınız yahut ayağınızdaki zincirlere rağmen hala hayatta olduğunuza sevinerek size gösterilen gölgelerle yaşamaya devam edeceksiniz. Ne de olsa burası demokratik (!) bir dünya ve herkes kendi seçiminde özgür.

Son olarak Aristo’nun “Hayatta kalmak, herkesin yapabileceği bir şeydir; ama hayatı yaşamak, bir sanattır.” sözünü hatırlatarak yazının başında sorduğumuz “Hayatı yaşamak mı, hayatta kalmak mı?” sorusunu cevabı sizde kalmak kaydıyla demokratik hakkınızı kullanarak cevaplayabilirsiniz. Vesselam!

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum