Mehmet Ali TEK

Mehmet Ali TEK


21.Yüzyıl'da Guernica: Gazze

25 Şubat 2024 - 03:12

21.YÜZYIL’DA GUERNİCA : GAZZE
Guernica Avrupa'nın Gazze'si diyebiliriz. Yaşadıkları şeylerin ortak paydaları çok. Guernica'yı payanda olarak çağırmamız bu nedenle önemli. Halkının yaşadığı acılar çok büyük. Bu yüzden Gazze’ye verilen desteklerin en ses getiren eylemi buradan geldi.
Filistin'e destek için yüzlerce kişi Filistin bayrağı şeklinde sembolik olarak insan mozaiği oluşturdu. Guernica için çalınan sirenler bu kez Gazze için çalındı. Basklı ve Filistinli sanatçılar tarafından şiirler okundu.

Evet Guernica halkı ne yaşadı? Önce bunu bir hatırlayalım.
İspanya İç Savaşı devam ederken, Almanya ve İtalya geliştirdikleri savaş uçaklarını, İspanya'ya verdiler. Bölgedeki faşist güçlerin desteklenmesi amacıyla, diktatör General Francisco Franco tarafından yönetilen Milliyetçi Güçler'in talimatıyla, İspanya'nın Bask bölgesindeki Guernica şehri günlerce bombalanmıştı. Öyle büyük bir acı yaşanmıştı ki sonrasında Picasso Guernica isminde böyle bir eser veriyor.

İspanya İç Savaşı'nı anımsatan 1937'de yapılan Guernica adlı tabloda acı resmedilir. Resimde birçok simge vardır. En önemlisi ise ölüm ve ışık ikilisidir. Çığlıkların içinden çıkan ölüm anları tabloda beni çok etkilemişti. Ve 'her zorlukla birlikte bir ferahlık vardır' ayeti mucibince, ışığın resmedilişi bende buna mukabil gelir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası bir Alman Nazi Subayı, Picasso'yu bulur ve bu resmi sen mi yaptın diye sorar, hayır der Picasso 'bu resmi siz yaptınız.'
Şimdi ise yapılanlara reelde bir ülke fail ise de hakikatin karşısında insanlık ortak bu resmin yapımında. Gazze’nin tablosunda yükselen çığlıkları dindirecek bir ses çıkmadı dünyadan. O kadar çok örnek var ki, dünyanın ders çıkaracağı bu süreçte. Gazze okulu dünyaya çok şey öğretti. Şimdi ise bir avuç yere sığdırılan Gazze halkı Refah’ta da bombalanıyor, açlığa ve susuzluğa mahkum ediliyor. Bu kadar acıya nasıl dayanıyor vicdanlar.
Birkaç zamandır bende yumru gibi kalbimi sıkıştıran bir anı yaşıyorum sürekli. O çocuğun sesi kulaklarımda çınlıyor hala…

Yemek sırasından eli boş dönen o çocuk. Gördüğüm ilk andan beri aklımdan hiç çıkmıyor. Çocuk bir şok geçiriyordu uzmanlara göre 'gülerek' belki de. Ama bu gülme eylemi, şöyle de okunabilir mi!

Öncelikle soydaşları olan Arap ülkelerine, ardından İslam ülkelerine, Ümmete ve dünya insanlarına bir bakış. Şu noktada gördüğümüz şudur ki, hiçbirinin bu yaşanılan vahşet, soykırım, insanlığın ölümü karşısında sözde var olsalar bile gerçekte varlıklarının esamesi okunmadı. Eylem ve caydırıcı gücü olmayan bir dünya var karşımızda. Batı devletleri ve liderleri ‘üç maymun’u oynamaya devam ededursun. Halkları hareketi geçiren vicdanı uyandırdılar bir avuç topluluk.

Ne kadar 'var' ve 'kalabalık' olsak da o kadar 'az' ve 'yığın' olduğumuzu idrak etti dünya, o çocuğun alaycı gülüşünde.
Ve o yaşayan, diri ve ölmeyecek olan, tekrar edip durduğum sözü …“Ölüm, bu hayattan daha merhametli.”
Bir çocuğun ağzından dökülen bu söz insanlığın ölümü değil midir! Chul Han’ın “Ölemeyecek kadar canlı, yaşayamayacak kadar ölüyüz.” dediği yerdeyiz. Acının en büyük tarifi bizim için bu cümle olsa gerek.

Bu olanlara duygumuzu, düşüncemizi, davranışlarımızı dahil ederek tepki versek de bitmeyen ve uzayan bir durum karşısında tesirimiz azalıyor. Lakin yüksek güvenlikli tahkimatlarımızı yeniden inşa etmeliyiz. Şunu unutmamalıyız ki mazlumun yanında zalimin karşısında olma mükellefiyetimiz yakinlikle sona erecektir. O halde şiir, edebiyat, kültür, sanat, felsefe, sinema ile sağlam tahkimatlar kurmamız gerekiyor yeniden, daha büyük ve uzun soluklu bir şekilde.

Usta yönetmen Jean Luc-Godard’a : “Ne zaman komedi filmi çekeceksiniz?” diye sorulunca şöyle cevap veriyor : “Vietnam’da Filistin’de ve Yemen’de insanlar veya Amerika’daki siyahlar güldüğü zaman.”
Şair Hüseyin Akın da ölesiye yaşamak’tan bahseder şiirinde ;
“Sevgili babacağım ne çok şiir yazmadın
Uyanmasın acılar, düşler ürkmesin diye
Ben ki hayattan düştüm, kime çektimse böyle
Bu yüzden seviyorum her şeyi ölesiye.”

Şimdi şiir yazmanın, şimdi yaşatmanın vakti. Acılar uyanmasın, düşler ürkmesin diye, ölesiye yaşatmak.

Bir kayıtsızlık ile karşı karşıya olduğumuz durumunu yaşıyoruz bir yandan. Heidegger tam bu noktada bizi şu soruyla baş başa bırakıyor ; “Neden artık bir anlam, yani varlık için özsel bir imkan bulamıyoruz? Dünya ticareti, teknoloji ve ekonomi insanı çekip içine alarak sürekli hareket halinde tutarken kim böyle şeyler söylemek ister?” O içine çekildiğimiz girdaptan çıkmayı bilinçli bir eylem olarak istediğimizde işte o zaman dünyada olup biten her zalimlik bizim odak noktamız olacaktır.

Varlık olmadan insan dayanaksız ve korumasızdır. Var olduğumuzun hissine bir şeyleri kabul etmemekle, reddetmekle başlarız. Varlık fıtratla çelişmez. Bu yüzden zulme rıza göstermez inancın rengini taşıyan vicdan. Vicdan inancın tohumudur. İnsanlık bir avuç topluluk vesilesiyle o tohum ile dölleniyor yeniden.

 
 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum