Geçmişte de büyük yıkımlar olmuştur. Zulümler ayyuka çıkmıştır. O yüzden kavimler helak edilmiştir. Her seferinde ‘Uyarıcı/peygamber’ gönderilerek insanlar iyiliğe davet edilmiştir. Tarih boyunca iyi ve kötünün savaşı hep süregelmiştir. Ama tarihin hiçbir döneminde bu düzeyde bir kötülük iktidarı kurulduğu görülmemiştir. Kısmi tarih ve zeminlerde büyük zulümler yaşanmıştır. Ama dünyanın başka bir yerinde insanlar adalet içinde yaşamını sürdürebilmiştir. Veya kısa bir tarih kesitinde bir zulüm baş göstermiş ama sonra o kişinin iktidarını kaybetmesi ile yeniden insanlar adaletin limanına demirlemişlerdir. Bu gelgitler tarih boyunca hep olagelmiştir. O yüzden farklı kimlikler, farklı kültürler ve farklı medeniyetler ihdas edilebilinmiştir.
Kötülük hep var olagelmiştir, var olmaya da devam edecektir. Burada bir sorun görülmemektedir. Tabi ki insan, kötülüğün ortadan kalktığı bir vasatı arzulayabilir. Ama bunun için kendisine düşen sorumluluğu yerine getirmesinin zorunluluğunu idrak edebilirse, bu mümkün bir hale dönüşebilir.
On sekizinci yüzyıl itibarı ile artık kötülük kurumsal bir niteliğe bürünmüştür. Çıkarını elde etmenin yolu neye mal oluyorsa olsun, yerine getirmek kişinin temel hakkı gibi algılanmış ve bu propaganda el altından veya toplumsal zeminde dillendirilmiştir. Para, makam, mevki ve sermaye adına her türlü hile, desise, kötülük meşru addedilmiştir, yakalanmamak koşuluyla…
Batılı devletler, batı dışı toplumların yer altı ve yer üstü zenginliklerini kendilerine ait kılma uğraşısı adına toplu katliamları yapmaktan çekinmemiştir. Ve bu konuda her hangi bir sorgulama, yargılanma veya cezalandırma gibi bir durumda oluşmamıştır. Son tarihlerde özür beyanında bulunan Fransa ve benzeri ülkelerin özrünün bir karşılığı tarihte de bugünde de zaten yoktur, kalmamıştır. İnsanların birbirini öldürmeleri için her iki tarafa da silah veren ülkelerin kurumsal kötülük ile ilişkileri tartışma dışıdır. Kapitalizm, sermaye adına her türlü kötülüğü yapma hakkını kendinde bulmuştur ve bulmaya devam etmektedir. Sadece sağlık sektörünün halkın cebindeki parayı çalmak için bulduğu kılıfları yazmaya kalksak, sayfalar yetersiz kalacaktır. Milyarlarca insanı, öldürmeden süründürerek ceplerindeki parayı transfer etmektedirler. Teknoloji üzerinden üretilen istismar ve bilginin kullanımının Kurumsal Kötülük açısından kıymeti tartışma dışıdır. Kişilerin özel bilgileri toplanarak sosyal mühendislik üzerinden toplumsal mühendislik yürütülmekte ve bu kişilerin rızasının dışında ama Kurumsal Kötülüğün işine yarar şekilde kullanılmaktadır.
Kripto para ve benzeri üzerinden, sürekli yeni teknolojik aygıtlar üreterek halkın borçlandırılması sayesinde halkın istenileni yapması sağlanmaktadır. Benim yaş grubumdaki arkadaşlar bilirler ki, ilk kullandığımız cep telefonu ile bugün kullanılan cep telefonu arasındaki farklar giderek çoğalmakta ve sürekli yeni sürümler yapılarak insanların kullandıkları cep telefonu yerine yeni telefonu almaları sağlanmakta ve böylece ticari başarı katlanarak devam etmektedir. Tabi ki her yeni sürümde yeni farklar üretilerek propaganda ve reklam aracılığı ile istenilir kılınmaktadır. Burada ‘tabi olanın hiç mi sorumluluğu yoktur’ denir mi? Denir, ama bunu vicdanlara sormak lazım… Ellerindeki tek seçenek kendilerine sunulan seçenek olduğu konusunda hiçbir şüphe olmayan bir meselede o işi yapmaya yelteneni sorumlu kılmak mı doğru olur? Yoksa kişilerin ellerindeki bütün seçenekleri iptal ederek, işlevsiz kılarak, buna büyük meblağlar ödeyerek yapan ve tek seçeneğe mahkûm bırakan Kurumsal Kötülük mü sorumlu olur? Cevabı her kes kendi vicdanına hesap verecek şekilde kendisi versin…
Kötülüğün iktidar olduğu bir zaman ve zeminde yaşıyoruz. İnsanlar gözlerimizin önünde katlediliyor, haksızca… Ama neredeyse sekiz milyar insan ise bunu seyrediyor. Bu seyirci rolünün bizatihi kendisi de sorumlu addedilecektir. Ama bu şuna benziyor: Hoca’nın evine hırsız girmiş, Hoca durumu izah etmeye çalışsa da etrafındaki insanlar, ona, hoca sen niye kapını açık bırakmışsın ki hırsız içeri girmiş, önce kendine bak vesaire üzerinden hocaya yüklenmişler. Hoca’da dayanamamış, ‘ya hu, Hırsızın hiç mi suçu yok’ diyerek tepki vermiş…
Şimdi de benzer durumları yaşamaya devam ediyoruz. Bir suç işleniyor, hiç alakası olmayan kişiler suçlanıyor, ideolojik ayrım yüzünden… Müslüman olduğu iddiasını taşıyan biri bir günah işliyor, birine haksızlık ediyor, dönüyorlar, ey Müslümanlar sizin dininiz bu! işte bakın bu kötülüğü engellemiyor. Niye inanıyorsunuz ki, diyerek tepkilerini büyük bir gürültü ile dillendirmektedirler. Kötülüğe her türlü desteği verenler, kötülüğün işlenilmesi için gereken bütün vasatları açık tutanlar, kötülüğü yapmaya teşvik bakımından rüşvet verenler suçlu değil, ama bu oyuna düşen kişinin inandığı bir değer varsa bu değer ve kişi suçlu ilan edilmektedir. Bu da bize bataklık ve sinek hikâyesini hatırlatmaktadır. Eğer sivrisinek üreten bir bataklığın yakınlarında iseniz, istediğiniz kadar sivrisinek öldürün, sivrisinekler bitmez ve seni rahatsız etmeye devam edecektir. O yüzden yapılması gereken makul hareket, o bataklığı kurutmaktır. İşte modern dünyanın bataklığı modern düşüncenin bizatihi kendisidir, teknolojisi ile birlikte ve ürettiği her türlü teknik yapılar… Her türlü fuhuş için bütün zeminler hazırlanmış, tahrik en üst düzeyde gerçekleştirilmiş, tahrik olmuş kişinin yaptığı fuhuş için kendisi suçlanmakta ki kurumsal kötülük kendini azade kılsın…
Aşiret, kabile, aile ve değerler skalası hep aşırı derecede aşağılanmış bir durumda iken ve her doğan çocuğu bu propagandanın geçerli olduğu okullarda eğitime tabi kılmışken, kendileri gibi olmadığında her türlü cezaya maruz kaldığı halde ve onların istediği gibi olduğunda ise önünü açarak şımartmayı sürdürdükleri gerçeği ortada iken, iktidar olmayan, imkanları sınırlı olan inanç ve düşünce sahiplerini eleştiriye tabi kılmak, ama sizde değerlerinizle uyumlu yaşayın demenin bir hükmü kalmamıştır.
Bu inandığı halde inancının muhalifi işler yapanları asla kurtarmaz! Kişisel sorumluluk Allah ile kul arasındadır. Ama toplumsal zeminde ve bir iktidar alanında sorumlu iktidar kimse odur. O yüzden, modern batı düşüncesi, kendi dışındaki bütün kültür ve medeniyetleri yok etti. Medeniyetler çatışması tezi ile de her kültür ve medeniyeti kendisine benzetme çabasını destekledi. Bu konuda sınırsız bir destek sundu. O zaman geride tek bir iktidar kaldı ve bu iktidar, yaşanılan bütün kötülüklerin sorumlusudur demek en makul ve doğru yargıdır.
Hemen şu cümle gelecektir akla; iyi de batıda da insanlar Filistin meselesinde Filistinlilerin yanında yer alıyorlar. Doğru, yer alıyorlar, vicdanlarına döndükleri için Allah da onları iman ile şereflendirmekte ve bu durumun onların affına vesile olması beklenir. Ama onlar azınlığın azınlığı ve iktidar dışı kişiler, örgütler vesairedir. Ayrıca onlara da kendi ülkelerinde zulüm yapılmaktadır zaten! Müslümanlar niye Filistin meselesine sahip çıkmıyor denebilir. Ama müslüman ülkelerin hiçbiri neredeyse İslam ilkeleri ve kulluğun gereği olan ahlaki zemini koruyarak iktidar olmuş tek bir yapı yok. Bilakis, her müslüman ülke, iktidar olma yöntemi olarak önce İslam ile arasına mesafe koymayı zorunlu addetmektedir. Batılı müttefikleri ile ortak işler yaptıkları ve batılı ülkelere mahkûm oldukları için halkın protestolarına bir şey demeseler de hakikaten yapılması gerekeni yapma konusunda ellerinde yapabilecekleri bir özgürlük alanı yoktur.
Kastım şu: önce doğru bir şekilde kötülüğün sorumlusunu tespit edelim, kurumsal kötülüğün neye tekabül ettiğini öngörelim, sonra her insan tekinin kendi sorumluluğunu üstlenmesi gerektiği konusunda açık bir bakışa sahip olalım… Bütün bunlara rağmen, her müslüman kulluğunun gereğini yerine getirme konusunda yegâne sorumlu yine kendisidir. Ama kötülüğü, yayan, yaygınlaştıran, kötülüğe izin veren ve kötülüğü teşvik edenin de kim olduğu ayan beyan açığa çıksın ki insanlar özgürleşecekleri alanı doğru tespit edebilsinler…
La demeden illallah denemez! La neye karşı denecektir, işte Kurumsal Kötülük la denilmesi gereken muhataptır.
YORUMLAR