Bir sabah pencereni açtığında kuş sesi yerine çöp kamyonunun gürültüsünü duyuyorsan, bir şeyler ters gidiyor demektir.Her sabah uyandığımızda gökyüzünün hâlâ mavi olduğunu görmek bir teselli gibi geliyor belki. Ama dikkatlice bakarsak o maviliğin altında ince bir sis tabakası var; egzoz dumanlarının, fabrika gazlarının, umursamazlığın izleri… Doğanın bize sunduğu eşsiz güzellikler birer birer soluyor. Ama biz, bu yok oluşun tam ortasında, sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi yaşamaya devam ediyoruz.
Bir zamanlar çocukların neşeyle koştuğu çimenler şimdi plastik şişelerle dolu. Geceleri yıldızları seyrettiğimiz gökyüzü artık kent ışıklarının ve hava kirliliğinin arkasına gizlenmiş. Kuşların sabah şarkılarını bastıran makineler, betona gömülen ağaç kökleri, kuruyan dereler… Tüm bunlar sessizce ama çok şey söyleyerek oluyor. Bizse çoğu zaman bakıyoruz ama görmüyoruz.
Çünkü alıştık. Belki en tehlikelisi bu: Alışmak. Çöplere, kirliliğe, hoyratlığa... Oysa doğa bize emanet değil, bizim parçamız. Ve biz kendi parçamıza zarar veriyoruz.
Doğa, sessizce yardım çığlığı atıyor ama biz insanlar sağır taklidi yapıyoruz. Gözümüzün önünde eriyen ormanlara, kirlenen denizlere, tükenen canlılara alıştık. En kötüsü de bu belki: Alışmak…
Çevreye attığımız her çöp, aslında geleceğe attığımız birer taş. Plastik şişeleri denize fırlatırken belki düşünüyoruz ki "Bir taneden ne olacak?" Ama o “bir tane” milyonlarca olduğunda, bir okyanus dolusu pişmanlık yaratıyor. Piknik yapıp arkamızda doğayı çöplüğe çeviriyoruz. Sigara izmaritleri orman yangınlarına sebep oluyor, ama hâlâ yere atıyoruz. Sadece doğayı kirletmiyoruz; kendi vicdanımızı da kirletiyoruz.
Çünkü doğa bize muhtaç değil, biz ona muhtacız. O olmadan nefes alamayız, su içemeyiz, yaşayamayız. Ama biz, bu yaşamsal gerçeği unutup doğayı sadece tüketiyoruz. Bu sorumsuzluk, sadece bizim değil, bizden sonraki nesillerin de hayatını karartıyor.
Belki artık durmanın zamanı gelmiştir. Belki bir çöpü yerden kaldırmak küçücük bir hareket gibi görünür, ama milyonlarca kişi aynı şeyi yaparsa dünya gerçekten değişir. Saygı, sadece insana değil; ağaca, kuşa, denize de gösterilmeli. Çünkü doğaya gösterilen saygı, aslında insanın kendine duyduğu saygıdır.
Ormanlar sadece ağaçlardan ibaret değil. Onlar birer yaşam kaynağı, milyonlarca canlının evi, dünyanın nefes borusu. Ama biz, betonlara yer açmak için her gün binlerce ağacı katlediyoruz. Bir ormanı yok ettiğimizde, sadece ağaçları değil; içinde yaşayan hayvanları, kuşları, böcekleri, hatta o toprağın kokusunu bile öldürüyoruz. Geriye sadece sessizlik ve kuraklık kalıyor. Üstelik bu sessizlik geçici değil, geri dönüşü neredeyse imkânsız bir sessizlik.
Bir ağaç kolay yetişmiyor. Onlarca yıl, bazen yüzyıllar gerekiyor bir ağacın büyüyüp kök salması için. Ama bir testere sesiyle dakikalar içinde yok olabiliyor. İşin acı tarafı şu ki, bu kıyımı yapan da izleyen de biziz. Gölgelerinde dinlendiğimiz, dallarında kuşlar öttükçe huzur bulduğumuz ormanlar, bizim ellerimizle yok oluyor.
Su ise hayatın en saf hali. Ama biz, onun da kıymetini bilmiyoruz. Musluğu açık bırakırken, hortumla saatlerce araba yıkarken, damlayan bir musluğun ardında koca bir nehrin tükendiğini unutuyoruz. Oysa milyonlarca insan hâlâ temiz suya ulaşamıyor. Kuruyan nehir yatakları, çatlayan topraklar, susuzluktan ölen hayvanlar... Bütün bu tablolar sadece doğanın değil, insanlığın da acı yüzünü gösteriyor.
Doğa Yok Oluyor, Hunharca izleyin...
Her gün biraz daha grileşen bir dünyaya uyanıyoruz. Kuş seslerinin yerini beton matkapları, dere seslerinin yerini trafik uğultusu aldı. Alıştık. Ve en kötüsü de bu...
Doğal bir manzaranın yavaş yavaş kente dönüşümünü gösteren dramatik bir yaşam içindeyiz aslında, görmüyoruz.Biz eğitimsizlik ve saygısızlık yaparken ağaçlar Düşüyor, Hayatlar Sönüyor..
Bir orman yok olduğunda sadece ağaçlar değil, kuşlar, hayvanlar, hava da kaybolur. Testere seslerinin ardından gelen sessizlik, aslında çok şey anlatır.
Kesilmiş ağaçların olduğu, çoraklaşmış bir orman ,suyun Sessiz Tükenişi adıyla da musluğu açık unuttuğumuz her an, bir nehir biraz daha kurur. Su israfı, sadece kaynakları değil, geleceğimizi de çöle çeviriyor.
Kurumuş bir gölet, çatlamış topraklar, yanında damlayan bir musluk,
Ateşin Ardında Kalan Kül, BİR SİGARA İZMARİTİ,BENCİLCE YAŞANAN UMURSAMAZ YAŞANTILAR,GERÇEKTE KÜLTÜRSÜZ DEVLETİNİ VATAN BELLEMEYEN İNSAN MÜSVEDDELERİ binlerce canı yakabilir...
HER YAZ BİRAZ DAHA YANIYORUZ ; ağaçlar, hayvanlar ve biz… Ateşin yuttuğu sadece ormanlar değil, vicdanımız da.
Geleceği Kendi Ellerinle Seç. Çünkü Doğa affetmez. O sadece bekler. Ve zamanı geldiğinde sessizce intikamını alır. Ya şimdi harekete geçeriz, ya da sessizlik içinde tükeniriz.
Doğa sustukça biz daha da pervasızlaşıyoruz. Belki de bu yüzden, bazı şeyler yıkılmadan değerini anlayamıyoruz. Ama unutmamalıyız ki doğa bir gün gerçekten susarsa, bu sessizlik bizim sonumuz olur. Çünkü ormanlar yok olursa hava biter, sular tükenirse hayat biter. Ve bu bittiğinde, ne teknolojimiz, ne zenginliğimiz, ne de konforumuz bizi kurtarabilir.
Artık "nasıl olsa birileri ilgilenir" diyerek sorumluluğu başkasına atmanın zamanı geçti. Her geçen gün, insanlığın doğaya attığı bir kazma daha derine iniyor. Ve her kazma darbesi, geleceğimizden çalınan bir an demek.
Eğer şimdi durmazsak, yarın çok geç olacak. Ve o “yarın” geldiğinde, doğayı değil, kendi vicdanımızı yargılayacağız. Çünkü biz göz göre göre kendi sonumuzu hazırladık. Doğa affetmez. Sadece bekler. Ve zamanı geldiğinde, sessizce intikamını alır.
Doğa bize bağırmıyor, çünkü alışkanlığı sessizlik. Ama bu sessizliğin içinde koskoca bir feryat gizli. Ormanlar konuşamıyor, sular kendini savunamıyor. Onların dili yok ama biz duyabiliriz. Yeter ki gerçekten dinlemeyi isteyelim.
Hem bu dünyanın suyunu içip hem havasını doluyo hemde bir hain gibi yaşayan her güzel ortamı manzarayı duyguyu küle çevirmek isteyen yaşadığı ortamı beğenmemecesine katleden insanlara sesleniyoruz..
Solmuş bir doğa ile birlikte, “YAŞAT ya da YOK ET”
YORUMLAR