Reklam
Vedat KAHYALAR

Vedat KAHYALAR

[email protected]

İslam ve Siyaset İlişkisi:  Dindarlık mı, İdeolojik Araç mı?

02 Temmuz 2025 - 17:03

Büyük İddia, Büyük Sorumluluk.
İslam dinine mensup olmak, sıradan bir aidiyet değil; cennet, ebedi kurtuluş ve Allah’ın rızasına talip olmaktır. Bu, büyük bir iddia ve beraberinde büyük bir sorumluluktur. Yaşamın bir imtihan olduğu inancı, insanın tüm davranışlarının ilahi denetime tabi olduğu bilinciyle birleştiğinde, dindarlığın sıradan bir yaşam tarzıyla geçiştirilemeyeceği ortaya çıkar.
 
İslam’ın temel ilkeleri olan tevhid, adalet, ahlak, helal ve haram sınırları ile farz ibadetler, bu imtihanın kilometre taşlarıdır. Bu değerleri istismar etmek, özellikle siyasette birer araç hâline getirmek, sadece dinî anlamda değil, toplumsal düzlemde de ciddi yıpranmalara yol açmaktadır. İşte bu noktada “siyasal İslamcılık” kavramı tartışmaya açılmalıdır.
 
Siyasal İslamcılığın Doğuşu: 
Bir Kurtuluş Umudu muydu?
 
Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasıyla birlikte İslam dünyası yalnızca siyasi bir otoriteyi değil, aynı zamanda anlam haritasını ve medeniyet merkezini de kaybetti. Bu kırılma, Müslüman toplumlarda bir boşluk yarattı ve birçok yerde İslam’ı merkeze alan siyasi akımlar doğdu. Mısır’da Hasan el-Benna'nın Müslüman Kardeşler'i (1928), Pakistan’da Mevdudi’nin Cemaati İslami hareketi, İran’da Humeyni ve Türkiye’de Erbakan gibi isimler bu yönelimin önde gelen temsilcileri oldular.
 
Bu hareketler, başlangıçta hem Batı sömürgeciliğine karşı bir duruş sergiliyor, hem de İslam’ın ahlaki ve toplumsal değerleriyle halkın gönlünü kazanıyordu. Ancak siyasal pratikte işler beklendiği gibi gitmedi.
 
Üç Ülke, Üç Tecrübe: İran, Mısır ve Türkiye
İran – Devrim ve Direniş Arasında:
1979’daki İran İslam Devrimi, İslamcı hareketler için bir dönüm noktasıydı. Ancak devrim sonrasında uygulanan ambargolar, mezhebi ve etnik gerilimler, ekonomik krizler İran’ı zor durumda bıraktı. Buna rağmen, son yıllarda yaşanan İsrail ve ABD merkezli saldırılar, halkı rejim etrafında yeniden kenetlemeyi başardı.
 
Mısır – Sandıktan Çıkan Ama Devrilen İktidar:
Arap Baharı sonrası yapılan seçimlerle Müslüman Kardeşler’in iktidara gelişi, siyasal İslamcılığın halk nezdinde meşruiyet kazandığını gösterdi. Ancak devlet yönetimindeki yetersizlik, dış müdahaleler ve iç ihanetler neticesinde, sadece bir yıl içinde askeri darbeyle görevden alındılar. Bu, İslamcı siyasetin halk gözündeki güvenilirliğini zedeledi.
 
Türkiye – İktidarın Gölgesinde Değer Aşınması:
Refah Partisi’yle başlayan İslamcı siyasi hareket, AK Parti ile farklı bir forma büründü. Başlarda “ılımlı İslam” söylemiyle Avrupa Birliği hedeflenirken, zamanla dini sembollerin araçsallaştığı, fakat adalet, liyakat, şeffaflık gibi değerlerin göz ardı edildiği bir yapıya evrildi. Bugün gelinen noktada toplumsal kutuplaşma, hukuk devleti ilkesinin zedelenmesi, siyasal İslamcılığın Türkiye pratiğinde yaşanan sorunların yansımasıdır.
 
Siyasal İslamcılığın Başarısızlık Nedenleri. Siyasal İslamcılığın kalıcı bir başarı elde edememesinin nedenleri birkaç ana başlıkta özetlenebilir:
 
Dinin araçsallaştırılması: İnançtan çok ideolojiye dönüşen bir İslam yorumu, samimiyetin sorgulanmasına neden olmuştur.
 
Yönetim tecrübesi eksikliği: Devlet yönetimi, ekonomi ve dış politika gibi alanlarda yeterli hazırlık yapılmamıştır.
 
Çoğulculuğu dışlama: Mezhepsel ve kültürel çeşitliliğe kapalı, tek tip toplum arzusu toplumsal barışı bozmuştur.
 
Reaksiyoner söylem: Yapıcı bir vizyon yerine sadece Batı karşıtlığı üzerinden siyaset üretmek, çözüm değil kriz doğurmuştur.
 
Görülüyor ki , Dindarlık Ayrı, Siyasal İslamcılık Ayrı Bir Şeydir.
 
İslam, bireyin ahlaki ve ruhsal dünyasını dönüştüren, yaşamın her alanına anlam katan bir inanç sistemidir. Siyasal İslamcılık ise bu derinliği ihmal ederek dini, iktidar hedeflerinin aracı hâline getirmiştir. Bu da hem dini hem siyaseti yıpratmıştır.
 
Geleceğe dair umut, dini siyasallaştırmaktan değil; Kur’an’ın adalet, özgürlük, liyakat, üretim ve ahlak vurgusunu yeniden gündeme almakla mümkün olacaktır. Gerçek kurtuluş, İslam’ı tarihsel tortulardan arındırarak, onu toplumsal refahın ve sivil ahlakın kaynağı hâline getirecek yeni bir anlayışta saklıdır.
 
Kur’an’ın tanımladığı kimlik nettir:
“Allah’a çağıran, salih amel işleyen ve ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)
 
Bu ayet, tartışmaları sonlandıran berraklıktadır: Müminin kimliği bellidir, isimlendirmeler değil, eylemler belirleyicidir.

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum