Kırmızı alarm zilleri çalıyor, duymuyor musunuz?
İnsanlar hızla uçuruma doğru koşuyor, görmüyor musunuz?
Bir toplum gözlerimizin önünde çürüyor, anlamıyor musunuz?
Depremler oluyor ülkemde, hissetmiyor musunuz?
Bugün yaşadığımız çağ, maddi zenginliği çoğaltırken manevi değerleri tüketen bir ikilem içinde. Ahlakın yerini menfaat, maneviyatın yerini gösteriş, sosyal dayanışmanın yerini bireysel hırs; ekonomiyi ise adaletin değil, açgözlülüğün kuralları belirler oldu.
Toplumun temeli olan aile zayıflatıldı; gençler kimliksiz ve idealsiz bir girdaba sürükleniyor. Komşuluk hukuku, kardeşlik şuuru, alın terine saygı ve adaletin gölgesi; küresel düzenin dayattığı sahte değerler karşısında her geçen gün biraz daha eriyor. Toplumsal kuralların belirsizleşmesi, günümüz Türkiye’sinde adeta bir gerçekliğe dönüşmüş durumda. İnsanlar neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kendi çıkarlarına göre tanımlamaya başladı. Dürüstlük küçümseniyor, adalet talebi bastırılıyor, merhamet ise bir “zayıflık” olarak görülüyor. Ahlaki normların yerini faydacılık alınca, toplumun temel vicdani dengesi bozuluyor. Bu bozulma; ailede, okulda, iş yerinde ve en önemlisi insanların kalplerinde gözlemleniyor.
Bugün artık sadece “para ve güç” konuşuluyor ama nasıl elde edildiği kimseyi ilgilendirmiyor. Bakınız: Ekonomik kriz geçer, siyasi kriz geçer ama ahlaki kriz geçmez; toplumu çökertir…
Ülkemiz, alkol, uyuşturucu, fuhuş ve rüşvet bataklığına doğru sürüklenmekte. Bu alandaki haberler dehşet verici sıklıkta karşımıza çıkmaya başladı. İstatistiklerdeki menfi tırmanış düşündürücü manzarada. Neden bu duruma gelindi? Aile yapımızın darbe yemesi, modern hayatın sınır tanımazlığı, köyden şehre göçler, şehirlerin nüfus patlaması yaşaması, işsizlik, dini değerlere bağlılığın dışlanması, medyanın reyting ve tiraj uğruna fütursuz yayınlar yapması, sinema ve internetteki başıboşluk, renkli camdaki özendirici hayatlar vs. sebepler sıralanabilir.
Manevi değerler ise başka bir cephede aşınıyor. İnanç, yüzyıllar boyunca bu toprakların mayası olmuşken şimdi sadece şekilsel bir kalıba sıkıştırılıyor. Dindarlık, giderek vicdanlı bir hayat sürme sorumluluğundan çok dışarıya karşı bir “görünüm” haline gelmiş gibi.
Dindarlık mı, gösteri mi?
Bu durumu Ali Şeriati “dine karşı din” kavramıyla açıklar. Yani hakikati arayan, insanı erdemli kılan din anlayışının; yerini statü, güç ya da kimlik aracı olarak kullanılan sahte bir yapıya bırakması. Bugün bu sahte yapı, samimiyetin yerine geçiyor. Oysa bir toplumda en çok ihtiyaç duyulan şey, inançla yoğrulmuş gerçek bir ahlaktır.
Turgut Özal ile başlayıp Erdoğan ile süren muhafazakâr iktidarlar, her ne kadar bazı konularda hiç küçümsenmeyecek faydalı işlere imza atsalar da ideal İslam ahlakını erozyona uğrattı. “Dava” olarak çıkılan yolda siyaset, zamanla “çıkar ilişkisi” temelli yaşanmaya başladı. Dava unutuldu; “dindarlık” söyleminin içi boşaltıldı. Ahlâkın yerini “verimlilik/çıkar” aldı! Dindar zenginleşmesinin yarattığı sınıfsal uçurum derinleşmekle kalmadı, maneviyat kullanılabilir bir araca dönüştürüldü. Zenginleşmiş yeni bir “muhafazakâr elit tabaka” oluştu.
Muhafazakâr iş dünyası bile birbirine eskisi gibi güvenmemeye başladı; dayanışma kalmadı. İnsan ve ticari ilişki ağları ahlaken çok zayıfladı, kibirleniş arttı.
Muhafazakâr STK’ların salt ticari ağlara dönüştüğü, cemaat ve camiaların ticaret aktörü olduğu (niyeti sadece Allah rızasını kazanmak olanları tenzih ederim), manevi dayanışmanın yerini çıkar dayanışmasına bıraktığı, idealler yerine ihale bulmanın konuşulduğu, yani kurumsal ahlakın çöktüğü bir dönemde “dürüstlük”, “liyakat” benzeri kavramlar konuşma metinlerinde süslü kelimelere döndü.
En kötüsü de: İslami değerlerin, kavramların değeri çürütüldü. Böylece dindarlığın toplumsal etkisi azaltıldı. Manevi otoritelerin inandırıcılığı eridi. Aradan geçen bunca yıldan sonra dindarlık derinleşmedi; yüzeyselleşti…
Ailede Çatlaklar, Eğitimde Eksiklikler
Aile kurumu artık daha kırılgan. TÜİK verilerine göre boşanma oranları son yıllarda yüzde 30 artmış durumda. Şiddet, ihmal, bağsızlık gibi sorunlar yaygınlaşıyor. Bu ortamda yetişen çocuklar sevgisiz, güvensiz ve rol modelsiz büyüyor.
Eğitim sistemimiz ise sadece sınavlara odaklı. Gençlerimiz iyi birer mühendis, doktor ya da avukat olabiliyor ama aynı zamanda adil, empatik, sorumlu insanlar olarak yetişemeyebiliyorlar. Çünkü karakter eğitimi sistematik olarak verilmiyor. Halbuki eğitim, sadece bilgi değil; ahlak ve vicdan da kazandırmalıdır.
Dijital Dünyada Değersizlik
Sosyal medya çağında bireyler artık kendi değerlerini dış onayla ölçer hale geldi. Gerçeklik yerini filtrelere, başarı yerini gösterişe bıraktı. Özellikle gençlerde benlik duygusu, algoritmaların yönettiği bir beğeni ekonomisine indirgeniyor. Bu da insanı yalnızlaştırıyor, değersiz hissettiriyor ve tüketim kültürünün kolay avı haline getiriyor.
Ancak biz inanıyoruz ki çürüme ne kadar derin olursa olsun, diriliş iradesi ondan da güçlüdür. Tarih boyunca milletimizi ayakta tutan iman, adalet ve kardeşlik, bugün de en büyük sermayemizdir…
Çözüm İçin İlk Adım: Sorgulamak
Parlamentoya, iktidara, Diyanet’e, Genelkurmay’a, Millî Eğitim Bakanlığı’na, Adalet Bakanlığı’na, Aile Bakanlığı’na, üniversitelere, medya organlarına, sivil toplum kuruluşlarına, kadın kuruluşlarına… büyük görev ve sorumluluklar düşüyor.
Toplumsal yozlaşmaya karşı ilk adım; suçlayarak değil, sorgulayarak başlar. Her insan kendi iç muhasebesini yapmalı:
- Ben ne zaman susarak kötülüğe alan açtım?
- Hangi davranışımla ahlaki çürümeyi destekledim?
- Topluma karşı hangi sorumluluğumu unuttum?
Allah’a verdiğimiz sözlere ne oldu?
Her toplum, kendi içinde değişmeye ve dönüşmeye açıktır. Ancak bu dönüşüm köklerinden, değerlerinden ve yönünden koptuğunda bir gelişme olmaktan çıkar; çürümeye dönüşür. Türkiye olarak biz de uzun süredir böyle bir sürecin içinden geçiyoruz. Ahlaki değerlerin hızla erozyona uğradığı, bireysel çıkarların ortak iyilik anlayışının önüne geçtiği ve manevi dayanakların sarsıldığı bir dönemde yaşıyoruz. Bu çürümenin işaretleri uzun zamandır göz önünde. Fakat ne yazık ki bu işaretleri yeterince ciddiye almadık.
Oysa Kur’an’da Rabbimiz şöyle buyurur:
“Bir toplum, kendilerinde bulunanı değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmez.” (Ra’d Suresi, 11)
Ahlak, sadece büyük sözlerle değil; küçük davranışlarla inşa edilir. Güler yüz, dürüstlük, adaletli bir söz, haksızlığa karşı dik durmak… Bunlar küçük görünebilir ama bir toplumun yeniden inşasında temel tuğlalardır.
Son Söz: Vicdanı Diriltmek
Toplumu onarmak için sadece reformlara değil, bir vicdan uyanışına ihtiyacımız var. Tarımda toprağın kendini yenilemesi zaman alır ama mümkündür. Aynı şekilde toplum da kendini yeniden yeşertebilir. Bu da ancak ortak ahlaki değerlerde, samimi maneviyatta ve dürüst yaşamda birleşmemizle mümkündür.
Bugün bir karar vermeliyiz:
Ya iyiliği yeniden ayağa kaldıracağız…
Ya da kötülüğün sıradanlaştığı bir dünyada, sessizce kendi çöküşümüzü izlemeye devam edeceğiz.
Topluma karşı sorumluluk hisseden her insan bu çöküşü durdurma gücüne sahiptir. Yeter ki yüzümüzü yeniden özümüze dönelim…




YORUMLAR