Makbul Bir İman, Bilinçli Bir Kullukla Mümkündür
Alak Suresi’nin ilk ayetleri bizler için bir öğrenme metodunu ortaya koyar. İbranice kökenli bir kelime olan “İkra”, oku, adım adım ilerle, öğren, yaşa ve aktar sürecini içerir. “Bismillah” olarak değil de “Bismi Rabbike” diye başlaması, Rabb isminin anlamıyla ilgilidir.
Rabb Esması, "terbiye eden, besleyen, sahip ve mâlik" gibi anlamlara gelir. Kur’ân’da türevleriyle birlikte 977 kez geçer: Rabb (968), Erbab (çoğulu) 4 kez, Rabbaniyyûn 4 kez, Rebiyyûn 1 kez.
Kur’ân’ın ilk dönemlerinde inen ayetlerde, terbiyeye ve inşaya binaen, Rabb ismi 80 kez geçerken Allah ismi 20 kez geçer.
“Halak”: Yaratmak demektir. “Oku” kelimesiyle birlikte kullanılması, insanoğlunun eğitilmek, öğrenmek ve anlamak potansiyeliyle yaratıldığını gösterir. Kur’ân “inan” diye başlamaz. “Oku, öğren, anla, yaşa, aktar” diyerek başlar. Çünkü makbul bir iman, bilinçli bir kullukla mümkündür.
İnsan Ne Demektir?
İnsan, "ünsiyet kuran, yakınlık kuran" manasına gelir. Diğer yaratılmışlarla olan uyumu ve yakınlığı arttıkça, insanlığı da artar. Bu, aynı zamanda Allah’a olan yakınlığın da göstergesidir. Yani, yaratana yakın ama yaratılanla uyumsuz olan birine insan denmez.
Yunus Emre, bu hakikati “Yaratılanı severim, Yaratandan ötürü” sözüyle veciz şekilde ifade etmiştir.
Alak, Ekrem ve Kalem
Alak, “alaka” kelimesinin çoğuludur; yapışmak, ilişmek anlamı taşır. Allah, beşeri topraktan; insanı ise sevgi ve alaka ile rızıklandırmıştır.
Ekrem, Allah’ın çok cömert olduğunu gösteren bir ismidir. Karşılıksız ikramı ifade eder. Rabbimizin insana en büyük ikramı, O’nu öğrenme potansiyelinde yaratmasıdır.
Kalem, bilginin, eğitim ve öğretimin sembolüdür. Aynı zamanda vahyin unutulma riskine karşı yazıyla korunması tavsiye edilmiştir.
Bilgi ve İlham
Bilgi, sonradan öğrenilen ve Allah’ın insan fıtratına yüklediği şeylerin bütününü ihtiva eder. Allah, insana iki türlü bilgiyi “kalemle yazılmış gibi” nakşeder:
1. Dürtü ve güdülerle beşer yanının hayatta kalmasını sağlar.
2. Fücur (günaha meyil) ve takvayı (sakınma) ilham ederek insan olabilmeyi öğretir.
İnsan kalabilmek için vahye ihtiyaç vardır.
Müstağnilik ve Tuğyan
İnsanda haddini aşma potansiyeli vardır. Bu, beşerde yoktur. İnsan, kendisine verilen potansiyeli kötüye kullanırsa kendini müstağni (kimseye muhtaç değil) görmeye başlar. Çok zeki, çok akıllı, çok güçlü gibi sıfatlar kontrol edilmezse Rabb mertebesine çıkma vehmine kapılır. Bu da tuğyana (azgınlık) yol açar.
İnsan, sahip olduğu nimetler ve rızıkla kimseye ihtiyacı olmadığını (anne, baba, insanlar, hatta Allah) sanırsa ünsiyet kuramaz, zamanla insanlık vasfını kaybeder. Neticesi: Benmerkezci, egosantrik, hazcı, fedakârlıktan ve paylaşmaktan uzak bir varlığa dönüşür.
Engelleyiciler ve Aracısız Kulluk
“Gördün mü şu engelleyeni?” ayeti, mutlaklaştırılmış bir yaşam tarzını, dini teke indiren, yasakçı tipleri anlatır.
Bu tipler neyi engeller?
“Yöneldiğinde bir kulu engelleyeni görmedin mi?” ifadesi, aracısız kulluğun engellendiğini gösterir. Çünkü tağutlar (zorba ilahlar), insanların yalnızca Allah’a kulluk etmelerini istemez. Etraflarında köle ruhlu ve yalaka insanlar bulundurmak isterler.
Örneğin Firavun: Üstünlüğün parada, güçte olmadığını bilen takvalı insanlar onun gibi “efendiler” tarafından sevilmez. Bu örnek duruş sürekli engellenir.
Neden Sadece Allah’tan İstemeliyiz?
Çünkü sadece Allah’tan istemek, kula kulluğu ortadan kaldıran bir şahsiyet kazandırır. Yalnızca Allah’a yönelmek, bizi müstağni kibirden ve içimizdeki-dışımızdaki şeytanlardan korur.
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız.” (Fatır Suresi, 15. Ayet)
Allah’a muhtaç olduğumuzu unuttuğumuzda, müstağni oluruz.
Takva ve Şirk Bilinci
Kişinin kendisine takvayı emretmesi, sakınmayı ilke edinmesidir. Kur’an, takvayı önce kişinin kendi içsel dürtülerine karşı bir korunma bilinci olarak sunar. İnsan sadece Allah’a muhtaç olduğunu anlarsa, başkalarına üstünlük kurma çabasına girmez.
Şirk meselesinde yapılan hata, sadece Allah’a bakan yüzüne takılı kalmaktır. Oysa bütün insanlar Allah’a şirk koşsa, O’nun azametinden bir şey eksilmez. Tüm insanlık ibadet etse de O’na bir şey katmaz.
Nereden Başlamalıyız?
Kur’an, insanın zaaflarını tanımasıyla başlar. Bu, hareket noktamızdır. Önce kendimizi düzeltmeli, sonra çevremize emr-i bil ma’ruf, nehy-i anil münker yapmalıyız.
Eğer bir insan sağduyu ve vicdanla kendini savunmuyorsa, doğru olanı tasavvurda yalanlamış, ardından da hakikate sırtını dönmüş demektir.
İç Görü ve Denetim Bilinci
Bir dış bakışın varlığı (insanların ya da Allah’ın) bireyin toplumsal kurallara uymasını sağlar. Allah’ın insanın hem iç hem dış dünyasını bildiği gerçeği, kişiyi kötülükten ve zulümden alıkoyar.
“Biz insanı yarattık ve nefsinin ona fısıldadığını biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf Suresi, 16. Ayet)
Neden Alın Bölgesi?
“Eğer vazgeçmezse, onu alnından tutup sürükleyeceğiz.”
Burada geçen “nâsiye” yani alın bölgesi, nörolojik olarak insanın yalan söyleme ve hile yapma merkezi olarak kabul edilir. Kişi bu potansiyelini hak yolunda kullanmazsa, canlıların en kötüsüne dönüşür:
“Allah katında canlıların en şerlisi, ilahi gerçekleri düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” (Enfal Suresi, 22. Ayet)
Kur’an bu yüzden “O yalancı, günahkâr alnından!” diyerek bu bölgeyi vurgular.
Toplumsal Günah ve Normalleşme
Bir suç toplu hâlde işlenmeye başlanırsa, zamanla normalleşir ve daha aleni, daha zalimce işlenmeye başlar. Bu meşrulaşma bazen devlet eliyle bile gerçekleşebilir.
Zebani, Mahkeme-i Kübra ve Özgürlük
Zebani, sıkıca kavrayan ve kurtulması imkânsız güç demektir. Bu hem ahiret hem dünya bağlamı için geçerlidir.
Mahkeme-i Kübra anlatısı, dünya hayatımıza da örneklik teşkil etmelidir.
Müstağniler, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” diye bağırır. Bu, özgürlüğü elinden alınan insanın tepkisidir. Haddi aşan kişi, kendini şımartır ve iradesini kaybeder. Oysa takvalı kişi, alnından gelen olumsuz sinyallere karşı iradelidir. Kendine hâkimdir.
Kur’an’ın çoğu emir ve yasağı, iradenin kullanılması ve geliştirilmesine yöneliktir.
Sonuç
Rabb’ten bağımsız yaşamak, insanı her şeye gücünün yeteceği zannına götürür. Bu da Allah’a yönelme ve takvalı yaşamaya engel teşkil eder.
İnsanı “insan” yapan, aklını Allah’ın emir ve yasakları önünde eğebilmesidir. Bunun karşılığı da secde”dir.
YORUMLAR