Reklam
Sedat Memili

Sedat Memili


DR. AYNUR EKEN VE KENDİMLE SOHBET

15 Aralık 2025 - 10:56

DR. AYNUR EKEN VE KENDİMLE SOHBET

Kalp atışı ve aldığım nefes benimleydi; servetimi taşıyordum.

Varlığını hissetmediğimiz zenginliğin anlamı da yoktur.

İnsan, zenginliğini en çok kaybetme riskiyle karşılaştığı an hisseder.

O an, insan yaşamının en sihirli anıdır; Zweig’in tanımıyla, yıldızının sönüp parladığı andır.

Öyle bir anı yaklaşık on üç yıl önce yaşadım…

“Akciğer kanserisiniz. Biz elimizden gelen her şeyi yapacağız, gerisini Allah bilir…” Bu teşhisi duyduğumda önce sessizleştim.

Sonra, o gece servetimin envanterini yapmaya karar verdim.

Ailem, çocuklarım, torunlarım… Hepsinin de aydınlık bir gelecek umudu vardı.

Sabah uyandığımda yanımda eşim, gökyüzünün aydınlanması ve maviliğin gönlüme dolması… Bunları gören gözüm, yürüyen ayaklarım, tutan ellerim.

Ve… Bitirip yayımlamayı hedeflediğim kitaplarım… Yani? Yani peşine düştüğüm bir amacım…

Tanrım, ben ne kadar zenginmişim…

Bir varsıl ölünce servetini, bir köle zincirlerini kaybeder. Ben de ölünce yaşam sevincimi ve yarım bıraktığım kitaplarımı kaybedecektim.

Bunu fark ettiğim an, yıldızımın parladığı andır.

Kollarımı Tanrı’ya açtım ve dedim ki:

“Tanrım, tamam. Buraya kadar anladım. Ama senden küçük bir ricam var. Bitirmem gereken dört kitap var. İzin ver de yarım kalmasın.”

O gece bu duayı yaptım.

Ertesi gün olağan bir sabaha uyandım. Güneşin ışıklarını içtim. Havanın serinliği… Kalp atışı ve aldığım nefes benimleydi. Yani kasamı yanımda taşıyordum.

İki kutu tatlı yaptırıp, bana teşhis koyan kuruma gittik (eşimle birlikte) ve kutlama yaptık. Çünkü artık ben, nasıl ve neden öleceğimi biliyordum.

Ama ölmedim.


NASIL SAVAŞTIM

Peki, nasıl savaştım?

İtiraf edeyim, hiç de savaşmadım. Sadece ve sadece doktorumun dediğini yaptım. O kadar… Evet! O kadar.

Kısaca, hastalığımın—akciğer kanserinin—yani artık eski hastalığımın hikâyesinden söz edeyim.

Aile dostumuz olması münasebetiyle, Radyasyon Onkoloğu Dr. Fatma Akdoğan ile ailece görüşürdük. Davranışlarımdaki öksürük, nefes darlığı, yorgunluk gibi belirtileri fark edince beni kontrol etmek istedi. Kaçtım.

Velhasıl, bir kez daha kaçtım. En sonunda eşi Mehmet Akdoğan’ın yüzünden yakalandım.

İlk şüpheler Fatma Akdoğan’dan geldi. Ardından Tıbbi Onkolog Dr. Aynur Eken Hocam’la tanıştım. Aynı dönemde Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Nezaket Erdoğan’ın hassasiyeti ve sonuç: Akciğer kanseri.

Çok okuyan ve çok araştıran bir insanım. Ancak hayatım boyunca tıp terimleri içeren makale ve yazılar okumadım. Çünkü bu eğitimi alanlara saygılıyım. Bir ömür harcayarak öğrenilen bilgilerin, bir dergi makalesiyle öğrenilebileceğini zannedenlerden değilim.

Madem ki hastaydım, hasta olmanın hakkını vermeliydim. Gittim, kendimi Dr. Aynur Eken’e teslim ettim.

Onun dediğinden bir milim sapmadım. Bunun kolay olduğunu sanmayın… Kanser hastası olunca şunu anladım: Memleketin yarısı kanser uzmanı. Kendi yamasını dikemeyen kadından tutun, kahveden çıkmayan adama kadar… Herkesin bir çözümü var. Aman Allah’ım!

Kendimi onlardan arındırdım. Doktoruma mesaj göndermek isteyenler bile oldu. Hayatında bir kez olsun bir kitabı baştan sona okumamış biri, bana iyilik olsun diye: “Doktoruna söyle, şöyle yapsa iyi gelir…”

Kurban olduğum cahil, iyi niyetiyle doktoruma akıl hocalığı yapıyor!

Evet, onlardan arındırdım. Mesela evimi hastane salonuna çevirmedim. “Geçmiş Olsun”cuları ve “Vah vah”çıları evimden uzak tuttum. Evimde hastalık hiç konuşulmadı.

Üzüldüğüm tek şey; eşim, çocuklarım ve dostlarımın bana hissettirmeden yaşadıkları kaygıydı.

Onların üzülmesine neden olmuştum.


HUZURUM BOZULMADI

Aynur Hocam, süreci titizlikle takip etti. Kaçmama, ihmal etmeme asla izin vermedi. Yanına hep huzurla gittim, huzurla döndüm.

İlk kitabımı bitirdiğimde, koşarak önce ona, sonra da diğer doktorlara sundum.

“Bunu ben yazdım ama, yazdıranlara bakın,” dedim.

Aynur Hoca çok duygulanmıştı. Fatma Akdoğan ve Nezaket Erdoğan’ın sevincimi paylaşmalarını unutamam.

Sonra öteki kitap… Sonra başkaları…

Her Anneler Günü’nde, başta Aynur Hocam olmak üzere doktorlarıma gider; “Annem bana can verdi, siz ise hayat verdiniz,” diyerek annelik duygularının ellerinden öperim.

Tanrı’ya dua ettiğim o dört kitap, üç yıl içinde bitti. Yine döndüm Tanrı’ya:

“Eh… Artık süre isteyecek yüzüm kalmadı. Şüphesiz ki yine de Sen bilirsin.”

Evet, Tanrı’dan süre isteyecek yüzüm kalmamıştı ama hayatımı tehdit eden hastalığım da kalmamıştı.

Tanrı, doktorlarımın eliyle bana süre tanımıştı.


HÂLÂ AMATÖR

Aradan on üç yıl geçti.

Ben hâlâ kendi hastalığım hakkında hiçbir şey bilmiyorum. Bilmem de gerekmiyor. Aynur Hoca, hakkımda bilmesi gerekenleri biliyor. Ben bilsem ne olur ki? Benim işim bu değil.

Benim işim, servetimin değerini bilmek ve onu çoğaltmak.

Bir ara, Karsantılı Ayşe romanımı imzalayıp verirken kısa bir sohbetimiz oldu.

“Hocam, farkında değilsiniz ama dış dünyada saygı duyulan ve güvenilen bir doktorsunuz. Ne güzel böyle anılmak,” dedim.

Kendisi de şöyle dedi:

“Teşekkür ederim ama ben hâlâ o amatörlük ruhundan kopamadım. Bir türlü profesyonel olamadım…”

“Belki de işin sırrı budur, Hocam.”


VE ACIBADEM ADANA HASTANESİ…

Geçenlerde hastane değiştirdiğini duydum: Adana Acıbadem Hastanesi.

Benim için değişen tek şey, bindiğim dolmuşun güzergâhı oldu.

Acıbadem Hastanesi, kanaatimce çok doğru bir tercih yapmış—ya da bu tercihi Aynur Hoca yapmıştır, bilemiyorum. Her iki hâlde de bu birlikteliğin Adana ve çevre illerde birçok hastaya sağlık ve kolaylık getireceğini umuyorum.

Sonuçta atılan bu güzel adımlar ve bu tür birliktelikler, halkın yararına sonuçlar doğuruyor.

Konu Acıbadem Hastanesi ve Dr. Aynur Eken olunca, topluma faydalı olması gayet olağan.

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum