RAKI SATAN İSA
“Delilik, tek tek insanlarda pek seyrektir.
Ama gruplarda, partilerde, halk arasında ve çağlarda kural olarak bulunur.”
— Nietzsche
Okuyucularım hatırlar, bir sabah Karaisalı Müftüsü “Ben İsa’yım!” der, binlerce Hristiyan inanıp secde eder ama gelin görün ki, dönemin Valisi Süleyman Bahri Paşa, bir tokat ile İsa iddiasındaki Müftü’yü tımarhaneye gönderir…
İkincisini de hatırlarsınız; bir Baro Başkanı… Yeni bir din ihdas edip peygamberliğini ilan etmişti… Sonuç, yine vali, yine tımarhane…
Hz. İsa’nın Adana aşkı bunlarla bitmiyor; bir başkası daha var…
Onun da hikâyesini ve sonunu sizlerle paylaşayım…
Evet, ne diyorduk?
Hazreti İsa yediği o tokattan sonra Adana’ya gelmekten vazgeçti mi? Hayır.
1930’lu yıllarda Eski İstasyon’da Afiyet Eczanesi yakınında bir dükkânda kapalı şişede rakı satan bir adam ile gazete muhabiri görüşür. Muhabir şöyle bir soru yöneltir:
“Zât-ı Âlinizin dinler üzerinde pek çok tetkikat yapmış olduğu söyleniyor, bu hususta okuyucularımızı aydınlatır mısınız?”
ABD: “BAŞKA İSA’YA İHTİYACIMIZ YOK”
Bu soru karşısında rakı satan adam tereddüt etmiş, ancak onun bir gazete muhabiri olduğunu anlayınca ufak ufak dökülmüş:
“Ben aslen Erzurumluyum. Küçük yaşlarda Amerika’ya gittim. Boston civarında küçük bir kasabada çalışarak on bin lira kazandım. On beş sene orada kaldım. Günün birinde bende bir fevkaladelik başladı. Vakıa olan ilhamlar bana ileride zuhur edecek vukuatı haber veriyordu. Rüyalarım aynen çıkıyordu. Bunun üzerine her şeyden elimi çektim ve herkesi hakka davete başladım. Fakat zabıta benim bu hâlimi gördü ve beni tımarhaneye kapattı…”
Gördüğünüz gibi Amerikalılar başka İsa’ya ihtiyaç hissetmiyor.
“Bize bir Hz. İsa yeter” diyerek Erzurumlu İsa’yı tımarhaneye kapatmışlar.
Ama biz yine Erzurumlu İsa’nın Adana macerasını kendi ağzından izlemeye devam edelim:
“…Oradaki tımarhaneler, sinemalı tiyatroludur. Deli giren akıllı çıkar. Halbuki ben deli değildim. Bir köşeye çekildim ve hiçbir şeye karışmadım. Evvelce haftada dört defa tıraş oluyordum. Artık bundan vazgeçerek sakalı da bıraktım…”
Bu muhterem beş sene tımarhanede kaldıktan sonra serbest bırakılır.
Anlaşılan Amerikalıların İsa’ya ihtiyacı olmadıklarını görünce Türkiye’ye gelir.
Türkiye’de ilhamlar çoğalır. (Vallahi bu günlerde olsa, her taraf ilham kaynıyor ve asla yalnız kalmaz; her taraf kendisi gibi gaipten ses aldığını iddia edenlerle dolu.)
İlk olarak şöyle bir “ilahi emir” alır:
“Fes’i at, şapka giy!” — Tamam, eyvallah…
Ardından bir ilahi emir daha:
“Altını at, kâğıt para kullan!” Ona da eyvallah.
(Elbet 1930’lu yıllar olduğundan henüz borsa ve Bitcoin oluşmamış.)
Bu emirleri derhal yerine getirir ve ardından Hazreti İsa’nın âhir zamanda yapacağı vazife ile görevlendirilir (!):
“O’nu temsil ediyorum. Doğrudan doğruya Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki manevi aletiyim. Benim vasıtamla bütün cihana emrini veriyor…”
Fakat İsa’nın bir şikâyeti vardır:
Kimse onu anlamıyor ve takdir etmiyordur.
Muhabir bu noktada sorar:
“İyi de kardeşim, sen rakı satıyorsun?”
“Ben içmiyorum ki, para kazanmak için satıyorum…” (**)
Öyle ya, İsa’nın vaftizcisi Yahya balıkçıydı, kendisi de naçizane bir marangoz…
Bizimkinden neyi eksik? Rakı satmış, çok mu?
Rakı satan İsa, daha sonra aklına ne gelmişse gazeteye koşmuş ve:
“Kardeşim, ben Amerika’da yaşarken İsa olduğumu iddia ediyordum.
Adana’ya geldikten sonra İsa olduğum iddiasını terk ettim.
Ben artık rüyalar âleminde yaşamıyorum.” demiştir.
Ben de şöyle anlıyorum: “Deli deliyi görünce sopasını saklar” misali, Adana’ya daha önce İsa’nın gelme teşebbüsünü öğrenince bu iddiasından vazgeçmiş olabilir.
Veya Adana sokaklarında o kadar İsa ile karşılaşmıştır ki, kendi İsalığının işe yaramayacağını anlamıştır.
Bir dipnot vermekte yarar var:
Süleyman Nazif bu kimseler için Haşerei Mübeşşere ifadesini kullanmaktadır.
“Yani müjdelenmişlerin haşereleri…”
Tarihin her döneminde müjdelenmişlerin haşereleri olacaktır.
Bu günlerde sayıları arttı mı ne?
(*) Damar Arıkoğlu, Hatıralarım, 1961, s. 40–41
(**) Yeni Adana Gazetesi, 7 Nisan 1930, sayı 2465
YORUMLAR