İşlev Bozukluğu: Öğütülen Nesiller
Son yazımda üniversite tercihleri konusunda bazı önerilerimi paylaşmıştım. İlgililerin bazıları ile özel görüşmelerimizde gerek öğrencilerin gerekse ebeveynlerin gelecek konusunda bir endişeyi, belirsizliğin doğurduğu bir kaygıyı taşıdığını gözlemlememek mümkün değil!
Görüştüklerim ile şunu paylaştım: Üniversiteye girseniz, bitirseniz bile düz bir yaşam yolu sizi beklemiyor.
Sayıları milyonlarla ifade edilen öğrenciler(i) hayatta(n) ne beklemektedir? Aile ve devleti ne beklemektedir?
Birçoğunu Bekleyen koca bir hayal kırıklığıdır!
Üniversitenin amacı
Üniversiteler meslek eğitimi ağırlıklı kurumlardır. Buraları bitirenler toplum/devlet hayatında belli görevleri yerine getirirler. Bu şekilde bireyler eğitim yolu ile iş sahibi olma yanında toplum içerisinde statü sahibi olurlar. Ama üniversite mezunu olmak artık dünyada ve ülkemizde bunu garanti etmiyor.
Sosyolog John Macionis (2015) “Üniversite eğitimliler diğer ülkelerin özellikle dünyanın nitelikli iş gücünün eşi benzeri görülmemiş rekabeti ile karşı karşıyadır” (Sosyoloji s. 285) demektedir. Yani yurtiçinde memnun değilseniz yurtdışında düz bir yol sizi beklemiyor.
Peki, üniversitelerimiz rekabetin yoğun olduğu bir dünyaya mezunlarını hazırlayabiliyor mu? Bu soruya çok sayıda üniversite mezunu veriyoruz olmamıza rağmen kolayca evet demekte zorlanıyoruz. Çünkü üniversite mezunları hayata başladıklarında kısa sürede aldıkları eğitim ile yapmak istedikleri veya yapmaları istenilen işler arasında büyük uçurum ile karşılaşıyorlar. Sonuçta mutsuzluk, işsizlik veya standardı düşük işler…
Bu durum “işlev bozukluğu” olarak açıklayabiliriz.
İşlev bozukluğu
Sosyolog John Macionis, her sosyal yapının muhtemel birçok işlevi olduğunu ve bazılarının diğerlerinden daha belirgin olduğuna dikkat çekerek “açık ve gizli” işlevler ayrımı yapmıştır (2015 S. 14). Yükseköğretim sisteminin açık işlevi, genç insanların mezun olduktan sonra çalışacakları işlerde kullanmak üzere bilgi ve beceri ile donatmaktır. Yükseköğretimin gizli bir işlevi ise milyonlarca genç insanı iş piyasasından uzak tutarak işsizliğin belli seviyede tutulmasıdır. “Sosyal işlev bozukluğu” (SİB) toplumun işlemesini aksatan herhangi bir toplumsal davranış kalıbı anlamındadır.
Bu noktada üniversite mezunlarının durumunu tekrar düşünebilirsiniz? Bazılarının üniversite eğitimi alması kendileri ve bir başka kesim için iyi olabilir ama ekonomiyi, sosyal uyumu vs bozuyorsa ve dahi gelecekte artması muhtemelse!
Bazıları sorunu çok üniversite açılması/kapatılması ile ilgili görüyor. Ama bu yaklaşımda doğru bir korelasyon (ilişki) değil.
Öğrenci sayısı
ABD’nin nüfusu 325 milyon olup 14 milyon kadar üniversite öğrencisi bulunmaktadır. ABD’nin üniversite sayısı ise 5 bin kadardır. Yani ABD’de 60-70 bin nüfusa 1 yükseköğretim kurumu düşmektedir. Türkiye’nin nüfusu 85 milyon ve 205 üniversite (Yükseköğretim Kurumu) bulunduğuna göre yaklaşık 400 bin nüfusa bir üniversite düşmektedir. Yani bizde 1 üniversiteye düşen nüfus sayısı oldukça yüksektir. Böyle bakarsanız yeni üniversiteler bile açılmalıdır.
Üniversite öğrenci sayısını toplam nüfus ile oranladığımızda ise ABD’nin 4.30 ve Türkiye’ nin ise 13.1 gibi bir değere sahip olduğu belirlenecektir. Ayrıca Amerika’daki üniversiteler 1 milyondan fazla yabancı öğrenciye ev sahipliği yapmaktadır.
Bu verilere göre Türkiye’nin sorunu üniversite sayısından ziyade üniversitelerdeki öğrenci sayısının fazlalığıdır. Genel anlamda eğitimde iki önemli aktörce acilen yapılması gereken ödevler şunlardır:
- MEB’e Düşen Görevi: İlk kademelerde eleme ve yönlendirme yapılmalıdır. Zorunlu eğitim 5+3 şeklinde yeniden düzenlenmelidir. Öğretmen kalitesi artırılmalıdır. Eğitim yöneticiliği yeniden düzenlenmelidir.
- YÖK’e Düşen Görev: Üniversitelerde kontenjan azaltılmasıdır. MYO yeniden düşünülmelidir. Q1 gibi dönemsel kriterlerle değil, gerçek yeterliliği ölçen çok yönlü bir akademik yükselme kriteri getirilmelidir. Üniversite yönetimi/yöneticiliği için ölçüt aranmalıdır.
Son söz: Muhasebesiz mahsul ile zengin olunmaz.
YORUMLAR