Devletin Dini Adalettir, Dinin Devleti de Özgürlüktür…
Makâle: Ramazan Deveci
“Devletin dini adalettir” der İmam Ali. Bu söz esasen İslam dininin özlü bir ifadesidir. Zira İslam’ın esası tevhid ve adalettir. İslam, insanları kendisinden başka ilah bulunmayan Allah’a kulluğa çağırırken, öncelikle Allah ile yani yaratıcısı ile sağlıklı bir ilişki kurmasını ister. Çünkü tevhid, bir anlamda kulun Rabbi ile ilişkisini düzenlemesidir; Rabbine karşı sorumluluğunu idrak etmesidir. Adalet ise Rabbi ile sağlıklı bir ilişki kuran Müslüman’ın yaşamının en temel ilkesidir. İslam dininin hedefi; adil bir fert, adil bir toplum, adil bir dünya inşa etmektir.
İslam, insan hayatının en önemli beş değerini güvence altına almıştır. Can, mal, nesil, akıl ve din emniyetinin sağlanması, İslam dininin en önemli hedeflerinden biridir. İslam’ın güvence altına aldığı bu beş temel değerin gerçek anlamda korunması ise ancak adaletin ve özgürlüğün sağlanması ile mümkündür.
İslam’da adalet, öncelikle hukuk önünde herkesin eşit olması; kimseye makamından, parasından, soyundan dolayı ayrıcalık gösterilmemesidir. Kur’an-ı Kerim’de adalet kelimesi 30 ayette geçer ama şu dört ayet, Kur’an’ın adalet anlayışını doğru anlamamız için yeterlidir:
“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adalete uygun tarzda hükmetmenizi emreder. Allah bununla size ne de güzel öğüt verir!” (Nisâ, 58)
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalığı ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl, 90)
“Ey iman edenler! Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan, adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun…” (Mâide, 8)
“Ey iman edenler! Kendiniz, ana babanız ve en yakınlarınızın aleyhine de olsa Allah için şahitlik yaparak adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun…” (Nisâ, 135)
Bu ayetler Müslüman’a kesin olarak adil olmasını emrederken, adaletin ölçüsünü de emaneti ehline vermek, sevdiğine torpil yapmamak, düşmanına haksızlık yapmamak olarak ortaya koyar. Bu evrensel ilkeler hayata geçirilebilirse ancak o zaman adalet gerçek anlamda sağlanmış olur.
İmam Ali’nin “devletin dini adalettir” vurgusu, bir devleti Allah’ın rızasına uygun kılan değerin adalet olduğudur. Yoksa adaleti esas almadıktan sonra o devletin dinî ya da seküler bir devlet olmasının önemi yoktur. Yazımızın başlığına aldığımız “dinin devletinin özgürlük olduğu” ifadesi, İslam dininin insanların düşüncelerine ve inançlarına sağladığı özgürlüğe vurgu yapmaktadır. Çünkü Allah, kullarının özgür bir şekilde kendi inançlarını ve yaşam biçimlerini seçmelerini, adaletin hâkim olduğu bir ortamda yaşamalarını istemektedir. Allah’a karşı sorumluluklarının farkında olan insanlara düşen ise Allah’ın kullarına bu imkânı sağlamaya çalışmaktır.
Onun için İmam Ali’nin devlet anlayışında adalet her şeyden önce gelmiş, adalet merkezli bir siyaset ortaya konmuştur. İmam Ali’nin yönetim anlayışında adaletten zerre miktarı şaşmamak esastır. Beytü’l-malın imkânları tüm Müslümanlara eşit bir şekilde dağıtılmış, Hz. Osman’ın yakınlarını gözeten siyaseti hiçbir zaman uygulanmamıştır. İmam Ali, âmâ ve muhtaç olan kardeşi Akil’e bile Beytü’l-mal’dan fazla para verilmesini kabul etmemiştir. İmam Ali, Hz. Ömer’in ashabı derecelendiren ve ona göre maaş bağlayan sistemini de doğru bulmamış; Bedir ashabı gibi Allah’a yakın olanların ödülünü Allah’tan almaları gerektiğini söylemiştir.
İmam Ali’nin devlet yönetiminde maslahat adına adaletten taviz verilmemiş, Allah için doğrusu ne ise o yapılmıştır. Muaviye’yi bir süre valilikten azletmemenin maslahata uygun olacağını söyleyen Abdullah b. Abbas’a, doğru ve adalete uygun tavrın Muaviye’nin yönetimde kalmaması olduğunu ifade etmiştir. Maslahat için Muaviye gibi adil olmayan bir yöneticiyi görevde bırakıp diğerlerini görevden almak, İmam Ali’nin Mâide 8 ve Nisâ 135’e göre şekillenen adalet anlayışına uymazdı.
İslam dünyasında tarih boyunca Muaviye’den sonra adalet değil maslahat belirleyici oldu. Emevî, Abbâsî ve Osmanlı devletlerinde “adalet merkezli siyaset” yerine “güvenlik merkezli siyaset” uygulanmış, adalet maslahata kurban edilmiştir. Devletin güvenliği adına masum insanlar katledilmiştir.
Fatih Kanunnamesi’nde “Evladımdan her kime ki saltanat müyesser olursa, nizam-ı âlem için karındaşını öldürebilir. Ekser-i ulema dahi tecviz etmiştir. Gerektiğinde anınla âmil olunur…” hükmü yer almış, kardeş katline fetva verilmiştir. Devletin güvenliği maskesi altında sultanlar kendi çocuklarını bile öldürmekten geri durmamıştır.
Yönetim anlayışında maslahatı değil, güvenliği değil, adaleti esas alan İmam Ali; “Adalet imanın başıdır” diyerek, adalet sahibi olmadan Allah’ın razı olacağı bir Müslüman olunamayacağını vurgulamıştır.
İmam Ali’nin valilere ve yöneticilere verdiği öğütlerde adalet kavramı daima ilk sırada yer almıştır. Beş yıl süren hilafeti boyunca seçtiği yöneticilerde liyakati öncelemiş, emaneti ehline vermiştir. Tayin ettiği yöneticilere pek çok öğüt ve nasihat vermiş, mektup ve emirler göndermiştir.
Bunlar içinde en önemlisi, Mısır’a vali olarak tayin ettiği Malik b. Eşter’e verdiği emirnamedir.
Bu emirnamede:
“İnsanlar ya soyda eşin ya da dinde kardeşindir…
Halkın kusurlarını bağışlayınca pişman olma, onlara ceza verince de sevinme. Bir mazeret bulup da göz yumabileceğin bir cezayı vermekte acele etme. ‘Ben bir buyruk verenim, emrime uyulması gerekir’ deme. Çünkü bu tür düşünce gönlü bozar, dini gevşetir ve insanı fitneye yaklaştırır…
Allah’a itaat etmeni, kulluktan ayrılmamanı, Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu üzere farzlara ve sünnetlere uymanı emrediyorum.
Halkını sev, onlara merhametli davran, alçak gönüllü ve dengeli ol. Adaletli ol; ister kendinle ilgili, ister yakınlarınla, ister halktan sevdiğin kimselerle ilgili olsun, asla Allah’a ve kullarına karşı adaletten ayrılma…”
Victor Hugo, “İyi olmak kolaydır, zor olan adil olmaktır” der. İmam Ali’nin büyüklüğü de burada ortaya çıkar. O, maslahatı değil adaleti tercih etmenin bedelini ödemiş ama adaletten taviz vermemiş bir insanlık abidesidir.
Ancak adaleti ayakta tutan toplumlar insanlık için umut olabilir. Müslümanlar, geleceğin dünyasında insanlık için umut olmak istiyorlarsa adaleti maslahata kurban etmemelidir.
Rahmetli Aliya İzzetbegoviç’in “Bizim düşmanlarımıza bir tek borcumuz var, o da adil olmak” sözü bu anlayışın en çarpıcı ifadesidir.
Ne yazık ki bugün Müslümanlar insanlığa umut olamıyor; çünkü adil bir tavır geliştiremiyoruz. Düşmanlarımızı bırakın, dostlarımız bile bizim adaletimizden emin değil.
Et kokarsa tuzlarsınız; peki tuz kokarsa ne yapacaksınız?..
Ramazan Deveci




YORUMLAR