Ülke olarak büyük bir girdaba kapılmış gidiyoruz. Kötüyü çağırmak istemiyorum ama iyi olmak için bir çaba da göremiyorum.
Kimine göre Ülke/Dünya güllük gülistanlık kimine göre ise Ülke/Dünya yaşanmaz bir yer haline geldi.
Aslında her iki tarafta haklı diyebilirim. Keza olay birazda meseleye hangi açıdan ve hangi gözle baktığınız ile ilgili.
Eğer sosyoekonomik anlamda sağlam bir altyapıya sahipseniz ve elinizdeki kaynaklarla bir şekilde geçiminizi sağlayabiliyorsanız, o vakit Memleket gerçekten sizin için güle oynaya yaşanacak bir yer haline geliyor.
Ancak tam aksine ekonomik anlamda sağlam bir altyapıya sahip değilseniz ve sorumluluklarınız artık omuzunuzda ciddi bir yük oluşturuyor ise o vakitte Memleket gerçekten sizin için yaşanmaz bir yer olur!
Her iki tarafın düşüncelerini bir yana bırakıp objektif bir değerlendirme yapacak olursak Ülkenin durumunu Limoni olarak tanımlayabiliriz.
Yani bir tarafta ağızlarda ekşimsi bir tat bırakırken diğer tarafta son tahlilde içindeki şeker nedeniyle ağızlarda tatlı bir lezzet izi bırakabiliyor.
Meselenin sağlıklı bir muhakemesini yapacak olursak, açıkçası Ülke olarak çok zor günler geçiriyoruz.
Sadece Ekonomik anlamda değil Ahlaki anlamdaki çöküntü daha büyük bir hasar oluşturuyor. Açık konuşmak gerekirse Ekonomik sorunlar bir şekilde zamanla aşılıyor.
Ancak Ahlaki ve Kültürel Yozlaşma nasıl tedavi edilecek bu ciddi manada bizleri düşündürüyor. Bunu ilerleyen günlerde, başka bir köşe yazısı olarak gündeme alacağız.
Ülkemizde, bir tarafta İşsizlik ile ilgili yüksek oranda şikayetler söz konusu iken diğer tarafta sağlıklı genç bireylerin iş beğenmeyerek boş boş evde oturmaları kabul edilebilir bir durum değildir.
Son dönem özellikle genç nüfusta ciddi oranda bir Atalet ve Miskinlik durumu gözlemlenmektedir.
Bir yanda mesleki yeterlilikten yoksun Potansiyel İşsizler Ordusu diğer yanda ise hemen hemen tüm meslek gruplarında kalifiye personel arayan işletmeler yer alıyor.
Özellikle, İş Dünyasında Mavi Yakalı olarak tanımlanan personel ihtiyacı had safhaya çıktığı bir dönemdeyiz. Bu ikircikli durum doğal olarak çok yaman bir çelişki oluşturmaktadır.
Bir yanda İşsizlikten yakınan ve isyan eden gençler, diğer yanda personel bulamayan eleman arayışı içerisinde bulunan İş Dünyası bulunmaktadır.
Bu durum Türk Milli Eğitim Sisteminin de zaman zaman sorgulanmasına neden olmaktadır.
Özellikle son dönemde Meslek Liselerinin yanı sıra kısa adı MESEM olan Mesleki Eğitim Merkezleri İş Dünyasının aramış olduğu nitelikli personel ihtiyacını karşılamakta yetersiz gelmektedirler.
Bu durum Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK nezdinde değerlendirilmesi suretiyle Türkiye’nin orta vadede ihtiyaç duyacağı İnsan Kaynakları envanterine uygun ortak bir strateji geliştirmeleri elzem bir hal almıştır.
Bu nedenle öncelikli olarak Meslek Liselerinin sayılarının ve kontenjanlarının arttırılmasının yanı sıra öğrenciler için cazip hale getirilmesi gerekmektedir.
Bununla birlikte Zorunlu Eğitim Süresinin 12 yıldan kademeli olarak en fazla 5 yıla çekilmesi ve Mesleki Eğitim ve Gelişim için Meslek ortaokullarının hayata geçirilmesi şart olmuştur.
Bu sayede Genel Lise mezunu olarak piyasada mevcut Vasıfsız İşgücü sayısı her geçen gün azalacaktır.
Yine Yükseköğretim Kurumlarının da acil eylem planı olarak Lisans ve Ön Lisans programlarında da kontenjan azaltmak suretiyle Nitelikli Mezun verme yoluna gitmelidirler.
Bu sayede zamanla hem İşsizlik Oranları azalacak hem de toplum üzerindeki İşsizlik nedeniyle oluşan psikolojik baskılarda sona erecektir.
Bu hamlelerle birlikte Türkiye insan kaynakları noktasında genç nüfusu ile birçok alanda dünya ülkeleri ile rekabet edecek hale gelecektir.
Selam Ve Dua İle...
YORUMLAR