BALIKTA KILÇIK NEYSE İNSANDA DA EDEP VE AHLAK ODUR
Evvela bir dua ile başlamak isterim: Yüce Allâh bizlere hakikati ve hikmeti, adaleti ve basireti, feraseti ve elini üzerimizden eksik etmeyen, aziz bildiğimiz ve “aziz” dediğimiz dostlarımızı hayatımızdan eksik etmesin. Âmin.
Dostlarım bilirsiniz, bazı şeyler vardır; varlığıyla fark edilmez ama yokluğuyla da alakalı olduğu o şeyi ya anlamsızlaştırır ya da değersizleştirir. Balığın omurgası/kılçığı da böyledir. Nasıl yani? Gerek omurgası gerekse de diğer yerlerindeki kılçıkları, balık yemek isteyenler için ilk bakışta rahatsız edicidir. Onları ayıklamak zahmet ister. Hatta zahmetle birlikte de büyük bir dikkat ister. Çünkü dikkatsizliğin neticesi hayatla ödenebilir. Görüp duyduğumuz şeylerdendir.
Düşünsenize bazı kimselerin özel sanat anlayışları ve zevkleri için ameliyatla balığın omurgasını ve kılçıklarını alınsa. Sonra da “hadi balık böyle yaşa” dercesine suya atılsa ne olur? Hemen gözlerinizin önüne geldi değil mi o balığın bir et yığını olmuş hali. Kılçıksız/omurgasız balık, artık balık olmaktan çok, şekilsiz bir et yığınıdır. İşte “ahlak” insan için, “edep” de toplum için tam olarak böyledir.
Maalesef günümüz dünyasında çoğu insan “zevk” adına kılçıkları ayıklamakla meşgul bir hayat sürmektedir. Ahlakın ve edebi varlığını bir yük gibi görüyor. “Kalbim temiz” diyerek dilini kirli, “niyetim iyi” diyerek davranışı bozuk bir insan tipolojisi sergiliyor. Hatta gerçek anlamda insanların “gözüne gözüne sokuyor” da diyebiliriz. Oysa ki kılçık nasıl balığın omurgası ise edep de insanın omurgasıdır. Omurgası olmayan ayakta duramaz, dik duramaz, anlamlı duramaz.
Görünmeyen Omurgası: Edep
Edep, sadece “ayıp olmasın” mantığıyla yapılan bir nezaket davranış bütünü ya da şahsiyetin süsü değildir. Edep, kültürel ve manevi değerler dikkate alınarak insanın kendini sınırlayabilme yetisidir. Hatta büyük bir nimettir de diyebiliriz. Her istediğini söyleyebilecekken susabilmesi, her türlü güce sahipken zerre zulmetmemesi, her imkânı mevcutken haddini bilip sınırları aşmamasıdır. İşte, bugün en çok kaybettiğimiz şey tam da budur: Sınır bilinci. Kaybolan, kaybettirilen, unutturulmaya çalışılan ve maalesef başarılı da olunan bir “ilkellik” varlığıdır.
Herkesin haberci, herkesin uzman, herkesin içerik üreticisi, herkesin “ben buradayım” dediği bu sosyal medya çağında herkes konuşuyor, herkes bağırıyor, herkes kendine göre haklı ve ne yazık ki herkesin iyi ya da kötü bir alıcı kitlesi mevcut. Lakin çoğu kimse “edep” sorumluluğunu üstlenmiyor. “Hakaret” özgürlük sanılıyor. “Teşhircilik” cesaret olarak pazarlanıyor. Hele “mahremiyet” gericilik olarak yaftalanıyor. Böyle bir ortamda yaşaması istenilen insan, kılçıksız/omurgasız balık gibi olmayıp da ne olur. Bu halde olması istenilen insan kolay yutulur. Zaten tam da istenilen şey de bu.
Sesi Gürültü Birliktelik: Ahlaksız Toplum
“Ahlaksızlık” panoraması, çoğu zaman büyük suçlarla değil küçük kabullenişlerle başlar. “Bir kereden bir ne çıkar ki” cümlesi, “herkes yapıyor” bahanesi, “zamane böyle” teslimiyeti söylem ve kabulleriyle mevcut kıvılcımlar büyüyüp alev haline gelir. Adeta cayır cayır yanmaya başlayan toplum, çığlıklar atan çok sesli ama değersiz bir gürültüye dönüşür. Konuşulur ama anlaşılmaz, yazılır ama iz bırakmaz, üretilir ama anlam doğmaz.
Ahlak, toplumu heybet sahibi yapar. Olgun düşünmeye zorlar, hesap vermeye çağırır, vicdanı diri tutar. Tüm bu ve benzeri niteliklerden dolayı değerlidir. Size belki tuhaf gelecek ama kılçık boğaza takılır; insanı yavaşlatır. Ahlak da öyledir: İnsanı durdurur, düşündürür, “Ben ne yapıyorum?” sorusunu sordurur. Bu sorudan kaçanlar, sonunda insani değerlerden de kaçar.
Büyük Yalanlardan Biri: “Edepsiz Ama Samimi”
Önce tek tük, sonra da sağanak haline gelen bir yalana rastlar olduk: “Edepsiz ama samimi.” Oysa “edep” samimiyetin düşmanı değil, teminatıdır. Edepsizliğin samimiyetle, kabalığın doğallıkla, hoyratlığın dürüstlükle pazarlanması; ahlaki çöküşün en sinsi halidir. Çünkü bu dil, insanı savunmasız bırakır; kötülüğü meşrulaştırır. “Suda balık yan gider” türküsünü söyler hale getirilen toplum zihinsel olarak da kabullenişin, teslimiyetin sahnesi olup çıkar.
Dostlar inanın “edep” denilen “zerafet ve servet hazinesi” insanı maske takmaya zorlamaz; aksine maskesiz kalabilmenin ne denli yüce bir erdem olduğunu öğretir. Ne söylediğin kadar, nasıl söylediğinle ilgilenir. Çünkü söz, insanın aynasıdır. Aynası kırık olanın yüzü de dağınık görünür.
Kılçığı Atılan Balık ile Omurgası Alınan İnsan Aynıdır
Bir toplum ahlaki hususları “fazlalık”, edebi düşünüşleri “detay” olarak görmeye başladığında; geriye sadece “çıkar ilişkileri” kalır. Güçlünün ve zenginin haklı, nüfuzu olanın ve bağıranın doğru, hızlının ve indiragandicilerin değerli sayıldığı bir düzen oluşur. Bu düzende “insan”, insanı incitmekten utanmaz; çünkü utanma duygusu da kılçık niyetine insanoğlunun hayatından ayıklanıp atılmıştır. Oysa insanı insan yapan şey, rahatlığı değil üstlendiği sorumluluğudur. Her istediğini yapabilmesi değil, yapmaması gerekeni bilmesidir de. İşte bu bilgiye ahlak, bu bilginin pratiğine ise edep denir.
Paragrafları Kısaltacak Olursak
Kesinlikle balık kılçıksız olmaz. Çünkü kılçık balığın varlık sebebidir. İnsan da “edep” olmadan olmaz. Çünkü edep onun insanlık sebeplerinin büyüklerindendir. Ahlaki yetkinlikten ve edep yoksunu insanlardan mürekkep bir toplum, koskoca kalabalık bir yalnızlıktır. Bugün bize düşen, kılçıklardan şikâyet etmek değil; onları ayıklarken sabretmeyi öğrenmektir. Çünkü biraz zahmet, çokça anlam doğurur. Ve unutmayalım: Kılçıksız balık kolay yenir ama doyurmaz; edepsiz insan da çok konuşur ama insan yetiştirmez. Çevresine iyilik numunesi olamaz.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog




YORUMLAR