Reklam
Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog

Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog


İNSAN VE DUYGU DURUMU

24 Ekim 2025 - 08:34

İNSAN VE DUYGU DURUMU
İnsan, biyolojik bir varlık olduğu kadar duygusal ve sosyal bir varlıktır da. Duygu durumu diye sözü edilen hâl, kişinin çevresiyle kurduğu ilişkilerden, yaşadığı olaylardan ve iç dünyasındaki değerlendirmelerden etkilenir. Ancak modern (!) toplumlarda kişinin duygusal istikrarı, yalnızca içsel süreçlerle değil; toplumsal normlar (kurallar), beklentiler ve sosyal baskılarla da ciddi biçimde şekillenmektedir. Bu durum, kişilik deformasyonundan psikolojik çöküntüye kadar uzanan bir yelpazede, insan ruhunu yıpratmakta ve kişiyi kendine yabancılaştırmaktadır.

Duygu Durumuna Ait Psikolojik Temeller
Psikoloji literatüründe duygu durumu, kişinin belirli bir süre boyunca hissettiği genel ruh halidir. Duygu, anlık bir tepki iken duygu durumu daha kalıcıdır. Mesela öfke bir duygudur, ancak öfke eğiliminde bir yaşam biçiminin gelişmesi ve süreğenliği duygu durumunun bozulduğuna işarettir.

Sigmund Freud’a göre bastırılmış duygular, kişinin bilinçaltında çatışma meydana getirir ve bu çatışmalar nevrotik belirtiler şeklinde yüzeye çıkar. Carl Jung ise insanın ruhsal dengesini “gölge arketipi” kavramıyla açıklarken kişinin, bastırdığı yönleriyle yüzleşmediğinde içsel uyumunu kaybettiğini ifade eder.

Bu bağlamda duygu durum bozukluğu, yalnızca biyokimyasal bir dengesizlik değil; aynı zamanda bastırılmış duyguların, toplumsal rollerin ve çevresel yargıların kişi üzerindeki baskısının bir sonucudur da diyebiliriz.

Sosyal Çevrenin Baskılayıcı Etkisi
Sosyolojik açıdan insan, sürekli bir gözlemin ve değerlendirme mekanizmasının içindedir. Toplum, bireyin nasıl giyineceğinden neyi kabul edeceğine, neyi sevip sevemeyeceğine kadar çeşitli alanlarda yönlendirici, hatta kısıtlayıcı bir güçtür. Kimi zaman kişilerde çok kötü durumlara yol açan bu durum özellikle şu biçimlerde kendini gösterir:

Normatif Baskı:
“Ne derler?”, “Ne yaparlar?” kaygısıyla yaşamak, kişinin içsel sesini susturur/susturabilir. Bunun neticesinde de sürekli aynı şeye maruz kalmanın etkisiyle kimi zaman silik kişilik, öz güven yitimi, öfke patlamaları su yüzüne çıkar ve derin yaralara yol açar.

Rol Baskısı:
İnsan, ait olduğu sosyal grubun beklentilerine göre davranmak zorunda hisseder; bu da “kendilik değerinin” zedelenmesine yol açar. Tabii, uzun sayılabilecek sürede yapılan rol, gün gelir bir bomba haline dönüşür ve patladığı sosyal çevreyi darma duman eder.

Ahlaki Etiketleme:
Toplum, farklı düşünen kişileri “aykırı”, “asi”, “cins” ya da “dengesiz” olarak etiketler. Bu da tüm önyargıların iş başında olduğunu ortaya koyar ki buna düşenler de çok olur.

Sosyal Karşılaştırma:
Başkalarının başarıları üzerinden kendi değerini ölçmek, duygusal tükenmeyi artırır. Bundan dolayıdır ki her kişiye, kendisinin “nev’i şahsına münhasır” bir kimse olduğu bilinci verilirken başkalarıyla mukayese ve karşılaştırmanın çoğu zaman iyi sonuç doğurmayacağının bilgisi ve bilinci verilmelidir.

Emile Durkheim’in “anomi” kavramıyla açıkladığı gibi, kişi toplumsal beklentilerle kendi arzuları arasında sıkıştığında anlam krizi yaşar. Bu kriz, depresyon, anksiyete, değersizlik hissi ve sosyal izolasyon gibi psikolojik sonuçlar doğurur. Bunların tedavisi ve normale dönüşü de çok zorlu bir süreç içerir.

Baskının Psikolojik Sonuçları
Sosyal çevre baskısının psikolojik yansımaları, özellikle şu alanlarda kendini gösterir:
Kronik hale gelen stres ve kaygı bozukluğu: Sürekli onaylanma ihtiyacı, kişiyi zihinsel yorgunluğa sürükler. En sonunda maalesef “onaylanma” olmadan parmak oynatamaz hale gelinir.

Depresyon:
Gerçek benliğin/kimliğin bastırılması, kişinin yaşam amacını kaybetmesine neden olur.

Kimlik karmaşası:
“Ben kimim?” sorusu, dış etkenlerin gölgesinde cevaplanamaz hale gelir. Hatta kişi kendini tanıyamaz/tanımlayamaz hale gelir.

Yalnızlaşma ve içe kapanma:
Topluma uyum sağlayamayan kişi, geri çekilerek ruhsal çöküş yaşar. Ve çöküşün zirvesi “yalnızlık” olarak kendini gösterir.

Psikoloji bu durumu “öğrenilmiş çaresizlik” kavramıyla açıklar:
Kişi, ne yaparsa yapsın toplumsal baskının bitmeyeceğine inanır ve zamanla pasifleşir. O pasiflik de kişiyi anlamsız bir hayatın içindeki savrulan yaprak misali savrulmasına neden olur.

Sosyal Baskıdan Kurtulmanın Psikolojik Yolları
Farkındalık Geliştirmeliyiz:
Kişi, kendini ve duygularını gözlemlemeli, hangi durumlarda çevreye göre şekil aldığını fark etmelidir. Bilinçli farkındalık bu süreçte etkilidir. Kendini bilmeyen, tanımayan kimselerin mahkumiyeti müebbettir.

Sınır Koymalıyız:
Sosyal çevreyle sağlıklı sınırlar oluşturmak, duygusal tükenmeyi azaltır. “Hayır” diyebilmek bir özgürlük ifadesidir. Önümüze gelen herkese onay sözcüğü ya da cümlesiyle karşılık vermeye mecbur değiliz. “Hayır” demek bize iyi gelecekse, istemediğimizi belirtmek kesinlikle en doğru cevaptır.

Değer Odaklı Yaşamalıyız:
Kişi, toplumun bilinçli/bilinçsiz dayattığı değil; kendi benliğiyle uyumlu değerler doğrultusunda yaşamalıdır. Bu, psikolojik bütünlüğün temelidir. Süzgeçten geçirilen ve hakikatin aynalığında “değerlere” ait yaşamak kişinin kendisini de “değerli” kılar.

Destek Almamız Gerekiyorsa Kaçınmamalıyız: Gerek profesyonel (psikoterapi) gerekse manevi (aile, arkadaş, dini destek) kaynaklarla duygusal denge güçlendirilebilir.

Sosyolojik Düzlemde Kurtuluş Yolları
Eleştirel Farkındalık:
Kişi, toplumsal düzeni sorgulamadıkça özgürleşemez. Eleştirel düşünme, baskıyı görünür kılar. Toplum, gruplar, topluluklar sorgulanmadan kabul edilmesi çoğu zaman çok büyük sıkıntıları da beraberinde getirir. Bundan da kaçınmalıyız.

Topluluk Bilinci:
Sağlıklı sosyal çevre, bireyi bastırmaz; onu destekler. Dayanışma temelli sosyal bağlar, duygusal sağlığı korur. Biz de bu özelliklere sahip kimselerle oluşmuş bir sosyal çevre içerisinde yer almalıyız.

Kültürel Empati:
Toplumun farklı yaşam biçimlerine karşı empatik bir kültür geliştirmesi gerekir. Böylece kişiler yargılanmadan var olabilir.

Değer Temelli Eğitim:
Aile ve okullardan başlayarak kişilerin özgün düşünmesini, farklılıkları kabul etmesini sağlayan bir eğitim anlayışı yerleştirilmelidir. Kadim toplumsal değerler, maneviyatla örülü zenginliklerimizin değerlerini korumalıyız.

Yani özetle,
duygu durum bozuklukları ve sosyal baskılar, modern insanın en görünmez zincirleridir diyebiliriz. Bu zincirler, yalnızca kişisel terapilerle değil; toplumsal bilinçlenme, kültürel dönüşüm ve değer merkezli yaşam anlayışıyla kırılabilir.

İnsanın duygusal özgürlüğü, onun ahlaki ve ruhsal özgürlüğünün de ön koşuludur. Kendi duygularını tanıyamayan, toplumsal kalıpların gölgesinde yaşayan birey, aslında kendine ait bir hayat yaşamamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de:
Anlamı: “Allah, bir toplumu, onlar kendilerini değiştirmedikçe değiştirmez.” (Er Ra’d/11)

Buyurularak bu hakikat işaret edilir. Gerçek değişim, dış baskıların değil, içsel farkındalığın ürünüdür.

Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN – Eğitimci Sosyolog

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum