İslam Müntesiplerindeki Çoklu Arıza Hâli
İslam, insanın hem kişisel hem toplumsal hayatına yön veren kapsamlı bir inanç sistemidir. Bu dinin temel gayesi, insanı Allah’a kullukta kemale erdirmek ve Kendisinin yeryüzündeki adaleti, merhameti ve hikmetini temsil eden bir halife olması yükümlülüğüdür. Ne var ki, günümüzde bu yüce ideallerle kendini tanımlayan birçok Müslüman toplumda derin bir çürüme ve yozlaşma gözlemlenmektedir. Bu çöküş yalnızca siyasal ya da ekonomik değildir; ahlaki, vicdani ve epistemik bir iflasa da işaret eder.
Makalemizde, İslam ümmetinin yaşadığı bu çoklu organ yetmezliğini vicdanın susturulmasıyla başlayan bir zincirin sonucu olarak okumakta ve dinin şekilsel temsili ile ruhsal inşası arasındaki uçurumu sorgulamaktadır. İlham olan zâta şükranlarımı sunarım.
Vicdanın Susturulması Yıkımın Başlangıç Noktasıdır
Her hastalık bir belirtiyle başlar. Kanımca, İslam toplumlarında görülen ilk belirti ise vicdanın susturulmasıdır. Vicdan, insanın iç sesi, hakla batılı ayıran bir filtredir. Ancak bu içsel ses, zamanla otorite korkusu, çıkar hesapları ya da grup aidiyeti uğruna bastırılmıştır.
Bugün birçok Müslüman, yaşanan adaletsizlikleri görmesine rağmen susmakta; zulme sessiz kalmakla kalmayıp onu meşrulaştıran dini argümanlar bile üretmektedir. Kur'an’da Firavun’un büyücülerinin tövbesine yer verilmesi, vicdanın direnişini simgeler. Ama bugün birçok dindar, zalimin büyücüsü olmaya razı gelmiştir. Bu razı oluş, ahlaki erimenin merkezi olup çıkmıştır. Böyle devam ederse de rızayı ilahi dediğimiz ulviliğe ulaşmak da hayalden öteye gidemeyecektir.
Akıl Tutulması ve Bilgi Felci Yaşanması
Vicdan susturulduktan sonra akıl da devre dışı bırakılır. Oysa İslam; düşünmeyi, anlamayı ve yaşadıkça yaşanmasına vesile olunmasını emreder. Ancak bugünün Müslümanları, taklitçi bir zihinle geçmişin yüceltilmiş kalıplarına mahkûm edilmiş durumdadır. Veya kendi anlamlandırmalara göre farklı bir yolun sıkı sıkıya takipçiliği sağlanmıştır.
Bir âlimin fetvası, bir üstadın sözü ya da bir siyasetçinin hamasi nutku, sorgusuz sualsiz kabul edilmekte; bu görülmez itaat, kişinin düşünce sistemini felç etmektedir. Oysaki Kur’an, müşriklerin "atalarımız böyle yapardı" sözünü eleştirerek sorgulamanın dinin özü olduğunu ortaya koyar.
Ahlaki Erozyonun Müsebbipleri Sözde Dindarlık ve Özde Menfaatperestliktir
Susturulmuş bir vicdan ve işlevsiz bir akıl, ahlakı da çökertir. Böylece dine aidiyet, bir yaşam tarzı değil; bir kimlik gösterisine dönüşür. Cuma namazına gitmek, başörtüsü takmak, tesbih çekmek gibi dini ameller, özden yoksun biçimde tekrar edilirken; yalan, hırsızlık, rüşvet, kul hakkı gibi temel haramlar görmezden gelinmektedir. Adeta doğru olan şeyler yanlışlıklar ve batıl olan şeylerle gözden düşürülmeye maruz bırakılmıştır.
Dindarlık artık sadece görünürde kalmıştır. Her türlü makamsal ya da statüsel erk sahipleri İslam’ı bir güç aracı olarak kullanmakta; halk veya müntesipler ise ortaya konulan bu anlayışı din ve bir tür cennete bilet garantisi gibi algılamaktadır. İman, ahlaktan kopmuş; ibadet, adaletsizliğe göz yuman bir kabuğa dönüşmüştür.
Siyasal İstismarın Din Üzerinden Meşruiyet Aracı Haline Getirilmesi
Siyasal alanda ise İslam, iktidarların meşruiyet kılıfına dönüştürülmüştür. Bugün birçok Müslüman ülkede din adamları, saltanatların sofralarından artanları toplarken; halk, zulme uğramaktadır. Dini otoriteler adaleti değil, muktedirin iktidarını savunmakta; fetvalar, iktidarın erkine göre şekillenmektedir. Bu 2025 Hac Zulmü bunun güncel bir sonucudur.
Bu durumlar, tarihteki bazı Emevi uygulamalarından, modern dönemdeki diktatörlüklere kadar birçok örnekle sabittir. Din adamı iktidarın sesi olunca, halkın vicdanı kurur, adalet kaybolur. Sonrasında da ahlar, vahlar, keşkeler içten içe seslendirilir. Ya daha sonra? Sonrası malum işte; manzara belli yani şu fani dünyada.
Toplumsal Çürümenin Neticesi Adaletsizlik, Yozlaşma ve Kutuplaşmadır
Susturulmuş vicdan ve işlevsiz bir din anlayışı, toplumu da zehirlemektedir. Etnik, mezhebi, ideolojik kamplaşmalar İslam toplumlarının değişemez haline gelmiş; herkes kendi kabilesinin adamı olmuş, hakikat duygusu yerini aidiyet fanatizmine bırakmıştır.
Peki, Çözüm Nerede?
İslam ümmeti bir tür “çoklu organ yetmezliği” içindedir. Vicdan, akıl, ahlak, adalet, istişare ve toplumsal sorumluluk gibi asli unsurlar devre dışıdır. Bu yüzden yüzeyde Müslüman ama derinde hasta bir bedenle karşı karşıyayız.
Çözüm, yeniden vicdanı ayağa kaldırmakla başlar. Her Müslüman önce kendine karşı dürüst olmalı, zalime karşı adaleti haykırmalı, dinin ruhunu şekle feda etmemelidir. İslam, eylemsiz bir iman değil; zulme karşı direnişin, adaleti ayakta tutmanın adıdır. Aksi takdirde, şeklen dindar kalıp ruhen çökmüş bir toplum olmaktan öteye geçilemez. Örnek mi? Gazze Zulmü bile bu müntesipleri harekete geçirmiyorsa baş yerden kalkmamalı, dile damağa su damlamamalı, gözler ve gönüller gülmemeli. Ama…
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog
YORUMLAR