Editörden Notlar

Editörden Notlar

Editorial

Seçilmiş Başkan mı, İl, İlçe, Belde Müdürlüğü mü?

12 Temmuz 2025 - 17:15

Merkeziyetçi Belediyecilik ve Seçilmiş Yerelin Tasfiyesi Üzerine

Mahalli İdarelerin "İl Müdürlüğü"ne Dönüştürülmesi Tartışmalarına Katkı olması düşüncesiyle;
 
Konuya Mahalli İdareler Uzmanı Açısından Bakış 
Türkiye Cumhuriyeti'nin mahalli idare yapısı, yerinden yönetim ilkesine dayanır. Belediye, il özel idaresi ve köy idaresi olarak üçe ayrılan bu yapılar, 1982 Anayasası’nın 127. maddesiyle tanımlanmış ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile işlevselleştirilmiştir. Bu çerçevede belediyeler, yerel halkın doğrudan oyu ile belirlenen yönetimlerdir ve hizmetlerini bölgesel ihtiyaçlara göre şekillendirirler.
 
Ancak özellikle son yıllarda kayyum uygulamaları, büyükşehir düzenlemeleri ve mali denetim mekanizmaları üzerinden yerel özerkliğe yönelik fiili müdahaleler artmıştır. Belediyelerin "il müdürlüğü"ne dönüştürülmesi ise bu süreci yapısal ve kalıcı bir hale getirme anlamı taşır. Bu, yerinden yönetimin sonu, merkezî bürokrasinin ise mutlak hâkimiyeti demektir.

Anayasal Tespit
Anayasa’nın 127. maddesi uyarınca mahalli idareler, seçilmiş organlar eliyle yönetilmek zorundadır. Bu sadece bir tercihten öte, anayasal bir zorunluluktur. Ayrıca Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yerel idarelerin seçimle gelmesini ve idari-mali özerkliğini teminat altına alır.
 
Belediyelerin doğrudan merkezi idareye bağlanması, bu şartın temel hükümleriyle açık bir çelişki oluşturur. Böyle bir düzenleme için anayasa değişikliği gerekir. Ancak anayasal güvence altındaki demokratik katılım hakkının bu yolla zayıflatılması, hukuki meşruiyet sorunu doğuracaktır.
 
Öte yandan, halk iradesiyle görev alan bir yöneticinin yerine, atanmış bir memurun hizmet sunması; “yönetim” ile “yönetilme” arasındaki hukuki ve ahlaki dengeyi bozar. Bu, halk egemenliğini daraltan ve anayasal düzeni zedeleyen bir girişim olur.
 
Bir Toplum Bilimci Gözüyle Bakarsak
Belediyeler yalnızca hizmet dağıtım merkezleri değil, toplumsal aidiyetin, kimliğin ve temsiliyetin de en temel taşıyıcılarıdır. Belediye başkanı, sadece bir yönetici değil, toplumun aynası ve sesi konumundadır. Bu temsil, halkın seçimle yönetime katılmasıyla meşru hâle gelir.
 
Belediyelerin merkezi otoriteye bağlı birer müdürlük haline getirilmesi, halk ile yönetim arasındaki duygusal, siyasal ve kültürel bağı koparır. Böyle bir modelde, toplum yönetime yabancılaşır; yerelin ruhu ölür. Aidiyet duygusu zayıflar, halk “seyirci” konuma itilir. Bu durum, uzun vadede siyasal pasifizme ve yönetimden soğumaya neden olur.
 
Yerelin sesinin kesildiği yerde, merkez de sağlıklı bir şekilde işleyemez.
 
Şehirleri ayakta tutan sadece yollar, binalar, tesisatlar değildir. Şehir dediğin şey, ruhla, aidiyetle, gönülle kurulur. Belediye, o halkın içinden çıkan bir evladın, mahallesine hizmet etme duasıdır. Atanmış biri, ne kadar gayretli olsa da o şehri hissedemez, derdini bilemez.
 
Bir şehri yönetmek, onu anlamakla başlar. Halka tepeden değil, içten bakmak gerekir. Eğer belediye başkanı halkın oyu yerine, merkezden gelen bir yazıyla belirlenirse; şehirde söz hakkı, irade, umut da ortadan kalkar. Adalet de orada barınmaz.
 
Belediyeleri birer memuriyet dairesine çevirmek, şehre ruh değil sadece emir getirir. Oysa şehir, ruhla yaşar; emirle değil. Gönül ehli insanlar, kendi şehrinin sorumluluğunu taşımalı ki o şehir mamur olsun. Yoksa "düzen" olur belki, ama medeniyet doğmaz.
 
Belediyelerin il müdürlüğüne dönüştürülmesi; teknik olarak anayasal bir devrim, hukuk açısından bir gerileme, toplumsal olarak bir soğuma ve irfanî düzlemde bir kopuştur. Demokrasi, yalnızca sandıkta değil, yerelde de yaşanmalıdır. Yerelin sesi kesilirse, ülkenin bütününde yankı duyulmaz olur.
Bugün mesele belediyeler değil; mesele, halkın kendi geleceğini belirleyip belirleyemeyeceği meselesidir. Ve bu sorunun cevabı, sadece hukukta değil, milletin vicdanında saklıdır.

Editör 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum