Adem DOĞANTEMUR

Adem DOĞANTEMUR


Tarihte Müslümanlar Ve Tıp

16 Temmuz 2025 - 14:03

Ortaçağ’da Avrupalıların henüz hikâye kitabı bile yazmayı bırakın okumayı bilmedikleri bir dönemde Ebû Bekir er-Razi (ö. 925)’nin iki yüze yakın eseri vardır. Birçok alandaki bilimsel eserlerinin yanında Tıp alanındaki “El-Hâvî” adlı eserini 30 cilt olarak telif edilmiştir. Bu eserin yayınlanan münferit kısımlarından başka tamamı 1468 ilâ 1542 yılları arasında beş defa basılır. “Çiçek ve Kızamığa Dair” küçük eseri ise 1498 ilâ 1866 arasında kırk defadan fazla yayınlanır. Bugün bile itibar gören klasik bir eserdir.
 
İbn. Sina’nın “Kanun” adlı eseri, Doğu’da ve Batı’da asırlar boyunca tıp tarihinde bir benzerine rastlanmayacak derecede muazzam bir tesir meydana getirmiş ve altı asır boyunca, Avrupa'nın bütün tıp fakültelerinde okutulmuştur. Eser Avrupa’da 1473-1500 yılları arasında 16. defa basıldı. 17. yüzyılın ikinci yarılarına kadar yeni baskılar birbirini takip etti. Dünya tarihinde en çok okunan tıbbî eser özelliğine sahiptir. Şerhlerinin baskısı ise sayısızdır.
 
İbn. Sina’ya "doktorların şahı" ismi verilmişti. Farmakolojide onun önerdiği ilaçlar hâlâ önemli ölçüde kullanılmaktadır. İbn. Sînâ tıp dışında, matematik, metafizik, müzik, psikoloji, astronomi, meteoroloji, mineraloji, kimya, ahlâk, siyaset, iktisat gibi çok sayıda bilim dalında eserler vermiştir. İbn. Sina ile er-Râzî’nin fikirleri 17. yüzyılın başlarında bile Frankfurt Üniversitelerinde ders programlarına temel teşkil ediyordu!
Tarihte ilk dispanserleri ve ilk eczaneleri açanlar Müslümanlardır. Eczacılık okulunun ilk kurucuları ve eczacılık hakkındaki eserlerin ilk yazarları da yine Müslümanlardır. Kilise ve ruhban sınıfı hastalıkları tamamıyla kötü ruhların tasallutu olarak değerlendirip, birtakım yöntemlerle şeytanı kovarak hastaların iyileştirilebileceğini söylemişlerdir. Hatta kilise, eczacılığı Tanrı’ya karşı güvensizliğin bir ifadesi olarak değerlendirip dinsizlik ve küfür olarak nitelendirmişlerdir!!!
Çiçek ve kızamık hastalıklarına karşı Müslüman hekimlerin geliştirdikleri tedavi şekline, bugün bile eklenecek fazla bir şey yoktur. Ünlü tabip ve filozof Kurtubalı İbn. Rüşt, çiçek hastalığının enfeksiyonel bir hastalık olduğunu söylerken, bu tespitten iki yüz sene sonra hâlâ Kayzer I. Maximilen bir kararnamesinde, çiçeğin ilâhî bir ceza olduğunu, bunu inkâr edenin kâfir olacağını ve teşhir direğine bağlanacağını ilan ediyordu!
 
Tıbbın “cerrâhî” bölümü de tamamen Müslüman Araplar sayesinde müstakil bir şube haline gelir. Müslüman hekimler, ameliyatlarda solunum yolu ile anestezi yapıyor ve bu maksatla derin bir uyku veren haşhaş ve ona benzer başka bitkilerden faydalanıyorlardı! Müslüman Araplar cüzzam hastalığının tedavisine dâir eserler yazarken, Batı’da bu hastalar kilise tarafından toplumdan tart edilerek ölüme mahkûm edilmiştir. Ortaçağ Avrupa’sı, diş tedavisi ve veteriner tababetini de tamamen Müslümanlara borçludur.
 
Müslümanların tarihte en güzel başarılarından biri de hastanelerin tanzimidir. Avrupa'da ilk akıl hastanesinin 1410 senesinde İspanya'da dini cemaat tarafından tesisinden tam 700 sene evvel, 765 yılında Bağdat’ta devlet tarafından kurulduğu bilinmektedir. Hastanelerinin en parlak devri, daha sonraki Abbasiler döneminde gerçekleşmiştir. Buna karşılık dönemin Batı dünyasında herhangi bir ilaçla tedavi olmak, manevi ilaçlardan başkasını kullanmak, hele hekim olarak eliyle bir şeyler yapmak ve cerrâhî âletler kullanmak büyük bir şerefsizlikti. Hastalanan veya yaralanan bir Hıristiyan, önce bütün günahlarını itiraf edecek, daha sonra İsa'nın eti diye kutsal ekmeği yiyecek ve sonra da Allah'a güvenecektir!
 
10. asrın ortalarında sadece Kurtuba şehrinde 50 hastane vardı. Hastanelerde zengin-fakir herkese parasız bakılıyordu. Üstelik taburcu olurken de bir kat elbise ve bir aylık iâşe masraflarını karşılayacak kadar da para veriliyordu. Doktor ve diğer görevlilerin maaşları vakıf gelirlerinden ödenmekteydi.
 
Batı’da aklî-rûhî hastalıkların tedavisi, kötü ruhu hastadan çıkarıp atmayı ifade ediyordu. Bu tür hastalarda şeytan kovmaktan bir netice alınamadığında, hasta deliler kulesine veya Hamburg’daki deliler hücresine atılır ve buradaki uşakların sert darbeleriyle hayatları boyunca tedavi olunurlardı! Batı bu tür yöntemleri ancak 19. asra girerken terk ettiği halde, Müslümanlar bu tür hastalar için hastanelerin “asabiye” bölümlerini açmışlardı ve bu hastalar mütehassıs (uzman) sinir doktorları tarafından tedaviye tabi tutuluyorlardı!
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum