Reklam
Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


İslam'ın Küresel Barışa Katkısı ve Türkiye'nin Rolü…

23 Aralık 2025 - 10:31

İslam’ın Küresel Barışa Katkısı ve Türkiye’nin Rolü…
Küresel barışın iki temel etkeni vardır: Birincisi, ahlaki yeterlilik ve temsiliyet, ikincisi ise; gücün yeterliliği… Herhangi bir olay ortaya çıktığı zaman güven veren bir güç meseleyi ele alır ve adil davranarak sorunu çözüme kavuşturur. Adalet üzere işlerlik kazanan bir güç, ahlaki zeminini güçlendirerek taraflar arasında oluşacak ‘güven’i sağlayarak gönüllülüğü elde ederek sorunların çözümüne sahici katkı sunmaya devam eder.

Ahlaki yeterliliği sağlayan şey ise; kültür ve inanç kümesidir. Kültürün oluşturduğu ahlaki yeti, yeterlilik taşıyor ve eğitimini bu kültür üzerinden sağlayan halk, ahlaki zemine yaslanarak yaşamını sürdürüyorsa, işte orada ahlaki yeterlilik sağlanmış olur. Ayrıca, Güç/İktidar eğer bu ahlaki yeterliliği besleyen bir örneklik teşkil ederek varlık kazanmışsa, ahlaki yeterlilik giderek güçlenecek ve kendi yeterliliğini şahitlik mertebesinde açığa çıkartarak ahlaki vasfını kuşanacaktır.

Güç ise, doğal olarak başka güçlerle mukayese sonucu ortaya konan bir yeterliliğe sahiptir. Rakibini aşan bir güce sahip GÜÇ; iktisadi, siyasi ve askeri zeminde liderliğe oynadığı zaman Güç olma vasfını kazanır. Bu Güç siyasal belirlemede aktif bir rol alırken, uluslar arası rekabette de adalet terazisi görevini ve sorumluluğunu üstlenir. Bu çerçevede Güç kendi kendisini savunan değil, dışarıdan bakan göz açısından da ‘Güç’ olarak kabullenildiği zaman ‘Güç’ olur…

Giriş bölümünde dikkat çektiğimiz özelliklere baktığımız zaman şu an ahlaki yeterlilik yok denecek kadar, Güç olarak da kendisini herkese ispat etmiş veya herkesin kabullendiği bir güç ortada kalmamıştır. Kültür bakımından modern batı kültürü iflas etmiş, Gazze olgusu üzerinden iflası açık şekilde belirginlik kazanmıştır. Ayrıca batılı kültürün inşa ettiği bir ahlaki yapı kurulamamış iken, gücünü de giderek kaybetmekte ve yeni bir sistemin inşa edilmesindeki rolünü kaybetmiştir. Güven yitimi, iktisadi ve kültürel dezenformasyon ve hali hazırdaki siyasi kaotik zemin bunu açık bir şekilde göstermektedir.

ABD ise iki binli yıllardan beri tek güç olma arayışını neticelendirecek bir pozisyonu elde edemedi. Dünya sistemi kendi uhdesinde olduğu için şantajlar ile belirli bir gücü korku üzerinden muhafaza etse de kendi iç politik tartışmaları, ekonomik sorunları, kültürel zaafları ve süreklileşen yeni arayışlara üretilecek cevap bulmada yaşadıkları sorunlar, onları dünya gücü olma vasfından uzaklaştırmaktadır. Hatta Gelecek tarihi yazımlarında dünyanın dördüncü gücü olarak tanımlanmaktadır.

Rusya, ortada üç seneyi bulan bir savaşın içinde varlığını idame ettirmeye çalışmaktadır. Ukrayna savaşı, süreklileşen bir soruna dönüşme istidadı gösteriyor. Dünya Sistemi Ukrayna üzerinden yeni bir arayışa sürüklense de herhangi bir gücün galip gelme durumu söz konusu değildir. Bu durumun kendisi yeni bir dünya sistemi söz konusu olduğu zaman yetersizliğini açıkça ilan etmektedir. Çin ise; ‘kapalı kültür’ özelliği ile dışa kapalı bir kültür içinde varlığını sürdürmekte iken, materyalist bir felsefe ile buluşarak yenilenmeye yönelik arayışı şiddet doğurmaktadır. Bu da ahlaki zaafiyeti içerdiği gibi dışarıda ne yapacağına dair bir kültürel donanımı da yok etmektedir. Yani bir dünya sisteminin kurucu parametrelerini inşa edecek bir özelliğe sahip olmadığı bedihidir. Zaten Çin politikaları sadece ekonomik işgal üzerine işlemektedir. ABD’nin merkez bankasının yüzde kırkının üzerinde bir paya sahip olması da bunu göstermektedir.

Hindistan, Japonya ve benzeri diğer ülkelerde de bunu görmek mümkün görünmemektedir. Silah sanayi olarak güçlü olan ülkelerde de kültürel derinlik söz konusu olmadığı için bir yeni sistem inşasına yeterlilik arz etmemektedirler. Sol, sosyalizm ve benzeri görüşleri ise kapitalist sistem içinde kendi varlıklarını tükettikleri için yeterliliğini yitirmiştirler…

Son dönemde gündeme taşınan trans hümanizm, post hümanizm ise zaten bir dünya sistemini ahlaki bir zeminde ve gönüllülük esasına dayalı olarak kabul ettirmesi beklenemez! Çünkü insanlığı tüketen bir bakışın insanlar için bir kıymeti harbiyesinin oluşumu düşünülemez olandır! Hile, propaganda dili ve sömürü gücünü kullanarak elde edecekleri bir meşruiyet zemini de yoktur.

İslam ise hem taşıdığı ahlaki derinliği ve hem de adalet terazisi bakımından bir Güç ile buluştuğu zaman yeni bir dünya sistemini kurmada oluşturulacak yeni bir kültürel imkânın gücünü, zeminini ve belirleyiciliğini taşıyor. İslam, hala ‘ilahi din’ olma vasfını taşıyor. Son iki yüzyıldır müslüman zihne yönelik bütün saldırılara rağmen, Gazze olayı bir kez daha gösterdiği gibi İslam, bir topluluğu dünyaya karşı tek başına direnecek bir vasfa taşıyabilir. Aynı şekilde her türlü zulme karşı da ahlaki yetisini de taşıtır ve bütün dünyaya gösterme imkânlarına sahiptir.

İslam, hem kişisel ahlaki zemini, hem sosyal ahlaki zemini koruyacak ve onu geliştirecek ilkeler, kurallar dizinini içinde taşımaya devam ediyor. Adaletin inşası ve uluslar arası ilişkiler kadar insanlar, doğa ve Allah ile bağı da güçlü bir şekilde kuracak özellikleri ve barışık olmayı sağlayacak kültür ve inanç kümesine sahiptir. İnsanın kendisi ile barışık olması müslüman olmasının temel vasfıdır. Bu vasfı insanlar ile barışık, doğa ile barışık ve Rabbi ile barışık olmayı da içermektedir. O yüzden İslam, adı gibi barışı temel bir fonksiyon olarak inşa etmektedir.

Yeni bir dünya sistemini kuracak yegâne yaşayan din, kültür ve inanç kümesi İslam olarak hali hazırda durmakta ve insanların ona yönelmesini beklemektedir. Gazze meselesinde insanların, özellikle de batılıların İslam’a koştuklarını gözlemliyoruz. Sultan Ahmet, Ayasofya ve Süleymaniye camilerinde sürekli yeni mühtediler görmek normalleşmeye başladı…

Türkiye İslam dünyası ve ülkeleri içinde bu sorumluluğu üstlenecek yegâne ülkedir. Bunu bir hamaset üzerinden söylemiyorum. Mevcut durumu ve ülkelerin konumunu dikkate alarak söylemek durumundayım. Türkiye dışındaki neredeyse bütün ülkeler sömürge dönemi yaşadılar. Birçoğu hala bu sömürge durumunu taşımaktadır. Uzak doğu ülkeleri ise Ortadoğu denkleminde ve dünya sisteminde pek söz söyleyebilecek bir düzeye ulaşma imkânları yok gibi görünmektedir. Gazze meselesinde sözleri olmakla birlikte fiili bir durumu gözlemleyemedik… İran ve Suudi Arabistan taşıdığı siyasi ve kültürel yapı yüzünden liderlik vasfını yitirmişlerdir. Çünkü liderlik, kuşatıcı bir kültürel dokuya sahip olmayı zorunlu kılar. Her iki ülke de bunu taşıyacak bir kültürel donanıma sahip değildir, parçacı yaklaşımı onları liderlikten azade kılmaktadır. Mısır ise durumu ortada, kendi içi bütünlüğünü sağlama konusunda taşıdığı zaaf belli… Müslümanlara yönelik baskısı, ihvan üyelerine yönelik şiddeti ise zaten Müslümanlar nezdinde düşük seviyeye sahip kılmaktadır. İhvanın etkisi, Mısır devletinin etkisinden fazladır İslam dünyasında…

Türkiye ise, sürekli gelişen, olgunlaşan bir siyasi ve ekonomik istikrara yönelmektedir. Taşıdığı ehlisünnet çizgisi ve geçmişi ise liderlik için kendisini vazgeçilmez bir konuma taşımaktadır. Ekonomik gelişimini sürdürmekte ve siyasi etkisini ise artırmaya devam etmektedir. Örneğin, Libya meselesinde Avrupa ve ABD’ye rağmen kendi istediğini elde etti. Hala en etkin ülkedir. Suriye ve son gelişmeler, Türkiye’nin jeo stratejik üstünlüğünü ilan etti. Rusya, İran ve ABD ile İsrail karşısında elde ettiği başarı yadsınamaz bir gerçekliğe sahiptir. Soğuk savaş dönemi siyasal argümanları ile meseleyi karartmaya çalışanlara bakmayın siz! Azerbaycan Karabağ mücadelesindeki etkisi ve elde edilen başarı Türkiye olmadan tahayyül bile edilemezdi. Pakistan Hindistan’ın son yaşadığı savaşta Türkiye başat rol oynadı, Afrika ülkelerindeki çatışmaları artık Türkiye barışa yönlendirmekte ve arabuluculuk görevini yapmaktadır. Gazze olayında ise dünya sisteminde süreklileşen bir siyasal desteği öne çıkarırken yapılabilecek bütün yardımları yapma konusunda bir iradeye sahip olduğunu gösterdi. Tabi ki eksiklikler vardır. Çünkü hala dünya sistemi kurulu bir sisteme dönüşmüş değildir. Bu yüzden teenni ile hareket edilmesini anlayış ile karşılamak bir strateji olarak kabulü mümkün olacaktır. Son ateşkesin oluşumu ve hala sürdürülme çabaları da Türkiye vizyonu ile ilişkilidir. Gazze eğer bir gün bağımsızlığını ilan edecekse bunu da Türkiye olmadan gerçekleştirme imkânını bulamaz gibi görünmektedir.

Yeni bir dünya sistemi, öncelikli olarak Ortadoğu barışını sağlamakla yükümlüdür. Bu barışı sağlayacak ve güvenliğini garanti altına alacak yegâne güç Türkiye’dir… Dünyaya kültürel olarak yeni bir kültür ve dünya barışını sağlayacak bir zemini ise yine Türkiye üzerinden sahip olunan ‘her insanın kutsallığı ve kendi iradesi ile hareket etme’ hakkını sunması sayesinde sunabilecektir. Bu İslam açısından vazgeçilmez bir insan hakkıdır. ‘Hiçbir insan diğer insan üzerine tahakküm kuramaz’! Yani insan ‘tanrıcılık’ rolü oynayamaz! İslam buna asla müsamaha göstermez! Ehli Sünnet anlayışı ise bu ‘müsamaha gösterilemez’ ilkesi üzerine kuruludur.

Türkiye stratejik olarak da Yeni Dünya sisteminde kurucu unsur olmaya yönelik bir hamleler dizini gerçekleştirmektedir. Aklı başında her güç, akıl ve kültür Türkiye ve İslam paydası altında bu Yeni Dünya sisteminin kuruluşuna katkı sunar ki dünya barışı mümkün hale gelsin…

Türkiye’nin son ülke içi siyasi arayışları da bu durumu gözler önüne sermektedir. İç barış, Suriye iç bütünlüğü ve Ortadoğu ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanarak ortak paydada buluşmalarının arayışı da bu olguyu besleyen durumlardır. İran bu durumu kendisinin kurtuluşu için bir fırsat olarak görüp eğer denkleme gelirse, daha hızlı bir ivme kazanılmış olur. Mısır bağımsızlığını ettiğinde, Suudi Arabistan ve Arap sermayesi bu gerçeği görmeye başladığında yeni bir dönemin kapısı aralanacaktır. Rusya ve ABD karşılıklı olarak Türkiye’yi kendisine düşman kılmamak için her şeyi zorlayacaklardır. Çin ise böyle bir müttefiki kaçırmak istemez! O zaman dünya sistemi Türkiye beklentilerini karşılayacak ve yeni bir Gücün doğuşunu selamlamaya hazır hale gelecektir.

Bu noktada Türkiye iç barışını sağlama aldığı gibi seküler kültürün getirdiği deformasyonu aşma konusunda İslami kültürün inşa edeceği ahlaki zemini güçlendirmesi esasa taalluk eder. İslam ile barışık olan bir Güç dünya ile barışık olacaktır. Bu barışıklık, güçlü olmayı ve belirleyici bir pozisyonu elde etmeyi mümkün hale getirecektir.

Tabi ki yukarıda dile getirdiğimiz şeyler, doğru adımlar, doğru hamleler ve doğru stratejiler ile beslenerek hayata geçirildiğinde ve kültürel hamleyi yapacak doğru düşünce ve kıstaslar inşa edilecek olduğunda sağlanabilecek bir olgudur. Yani hiçbir şey yapmadan ve fedakârlık etmeden, değişime açık olmadan yeni bir gücün doğuşu mümkün değildir…

Türkiye’yi oluşturan siyaset, kültür ve entelektüel havza ile iktisadi zemin birlikte, sivil ve siyasi bütünlüğü sağladığında oluşacak bir başarı hikâyesi söz konusu olacaktır…

Bu görüşler düşüncelerimi, reel gerçekliği ve umutlarımı da içinde taşımaktadır.

Abdulaziz Tantik

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum