Reklam
Abdulaziz TANTİK

Abdulaziz TANTİK


 MÜSLÜMANCA DÜŞÜNMEK İÇİN TEORİK BİR ZEMİN…(1)

29 Temmuz 2025 - 11:51

Müslümanca düşünmek için ontolojik epistemolojik ve eylem için bazı temel kurallar olmalıdır. Bu kuralların farklı alanlarda farklı anlamlar taşıdığını da peşinen kabul etmekte yarar var. Çünkü başka türlü söylenen şeyin neye tekabül ettiğini anlamak mümkün olmayacaktır.
 
Düşünce dediğimiz şey kendisi bir usul üzerine bina edildiği zaman anlamlı bir yaklaşım sunmaktadır. Müslümanca düşünce derken kastedilen şey ise kendi usulü içinde anlamlı bir zemine sahip düşünme biçimi anlamını taşır. Düşünmek, her zaman belirli bir yöntem üzerinden hareket edilerek ulaşılan fikre tekabül eder. Düşünmek, öylesine başı boş ve kaotik bir zemine yaslanmaz, yaslanmamalıdır da…
 
Varlık, ontolojik bir zemin olarak kesinliği tartışmasız olan bir ilkeler yumağı ve bilgi/epistemenin neliğini belirleme konusunda da belirleyici bir özellik taşır. Modern düşünce her ne kadar epistemeyi/bilgiyi eksene alsa da kadim düşünce ontoloji/varlığı eksene alarak düşünmekteydi. İslam söz konusu olduğu zaman varlık, bilgi ve eylem arasındaki katmanlar arası bütünlüğü kavramak için ulûhiyet olmazsa olmaz şartlardandır. Varlık ve bilginin katmanları arasındaki derin ilişki ve ilgiyi doğru tespit etmek ve böylece bütünlüğü doğru bir idrak ile anlamak ve ona göre düşünce ve eylem arasındaki ahlaki kesikliği yeniden inşa etmekle mümkün olacaktır.
 
Varlık noktasında en önemli şey; farktır… Allah’ın varlığı ile yaratılmış insanın varlığı arasındaki kapatılamaz olan farklılık ilkesidir. İnsan insandır, Allah ise mutlak olarak tek ve biricik olan Rabb… Bu fark kişiyi kendi sınırlarını bilmede temel bir ilke ve etmen olduğu gibi ilahi inayet üzere yaşamını sürdürmesi bakımından da hamd üzere oluşunu da tescil eden bir idrak sunar. Yani insan, Allah karşısında hep kendi sınırlılığının farkındalığını ve her şeyin bizatihi Allah tarafından kendisine sunulduğu hakikati ile hamd üzere olmanın insan olmanın temel sorumluluğu olduğunu idrak etmelidir.
 
Bu ilke bize iki kategorik farklılığı taşıyan varlığın iletişimi konusunda nüzul/yukarıdan aşağıya doğru bir seyir taşıdığını gösterdiği gibi vahyin inzali, insanın ise Allah’ın bilgisini ve O’na dair kapsayıcı bilgiye ulaşmasının imkânsızlığını da açık bir şekilde gösterir. Yani Allah lütfü ile insana yol gösterici emirler ve yasaklar ile ona yolda tecrübe olacak öyküler/kıssalar göndermektedir. Böylece yeryüzü yaşamında insanın hakikat üzere bir yolculuk yapması arzulanıyorsa bunu ancak ilahi inayet ile kendisine gönderilmiş vahye teslim olarak gerçekleştirmekle sağlanabileceğini anlamalıdır.
 
İkincisi ise; imtihan olmak üzere dünyaya gönderilmiş bir varlık olarak dünya sonrasında/ ahiret yurdunda hesaba çekilerek yeryüzünde yaptığı şeyler yüzünden cennet ve cehennem ile mükâfat ve cezalandırmanın yapılıyor oluşudur. Bu ilkenin her surette insanın bir sorumluluk üstlenmesini zorunlu kılması ve yaptığı her şeyden hesaba çekileceğini bilmesidir. Ki bu sorumluluk aynı zamanda yeryüzünde yaşarken nasıl davranması gerektiği konusunda ona temel bir bakış sunacaktır. Özgürlük ve sorumluluk arasındaki derin irtibatı da bu zeminde bulmak daha mümkün hale gelecektir. İnsan kendisine gönderilmiş bilgiye yönelik, kendi şahsi/bedeni/ istek ve arzuları yerine ilahi rızayı eksene alan bir bakış üzerinden hareket etmesi gerektiğini imtihan oluşu üzerinden öğrenmektedir. İmtihan olgusu, insana yeryüzünde yaşarken ilişkiler ağı içinde ve eylemlilikler gerçekleştirildiğinde neye istinaden yapılması gerektiğini ve burayı anlamlı kılacak bir anlam arayışında da yol gösterici bir usulü ortaya koymaya yardımcı bir unsur olacaktır.
 
Üçüncü ilke ise adalet ilkesidir. Adaletin bu dünyada kesin bir şekilde gerçekleşmediği tecrübesi ile öte âlem fikrini zorunlu kılar. Eğer adalet olmayacaksa anlam inşa etmenin anlamsızlığı da belirginleşecektir. Anlamın olmadığı yerde ise tam bir kaotik zemin inşa edilir ki bu insan ve varlığın tam bir girdaba düşmesine zemin oluşturur. İşte bu cehennemin yeryüzünde yaşamanın farklı bir tezahürü olarak öne çıktığı gözlemlenir. Adalet, ilişkiler ağının sağlıklı ve düzgün bir şekilde yürütülmesini mümkün kılar. Farklı inanç ve düşünce biçimlerinin kendi iç otantik hallerini koruyarak varlık sahasında kalmalarına da imkân ve ihtimal sunabilecek bir bakışı sunar. İmtihan ve adalet, kişinin varlık sahasında sorumlu davranmasını sağlamak konusunda ona önemli bir zemin inşa eder.
 
Dördüncüsü ise silm/emniyet ve barış üzere güveni tesis etmektir. İnsanın yaşadığı zaman süreci içinde bütün bir varlık ile uyumlu/silm üzere birlikte olmasını kendisine yüklenmiş bir teklif ile muhatap oluşunun açık bir göstergesi şeklinde idrak etmesi esasa taalluk eder. Çünkü bu ilke anlama ve yaşamada temel kodlardan biri olarak varlık kazanmalıdır. Aslında insanın yeryüzü serüvenini anlamlı kılan, imtihanı başarı ile verebilmesinin zemini ve kendisine yüklenmiş teklif ile mükellef olduğu şeyin selam/İslam üzere oluşunu temellendirmek ve ona göre hareket ederek selamı yaşamın temeli kılmaktır.
 
Bu dört ilke, İslam’ın temel ilkeleri olan Kuran ve Sünnet ile bu alana dayalı yazılan metinlere bakıldığı zaman tartışmasız varlık kazandıkları görülmektedir. Dünyanın barış yurdu olmasını emreden bir din olarak İslam, adı üzerinde barışın ikamesi anlamını taşır. Otantik kendiliğinden iman etmenin dışında kişileri otoriter bir şekilde ve baskı ile müslüman olmaya yöneltmenin bizatihi kendisi İslam ile çelişik bir vaziyet gösterir.
 
Abdulaziz Tantik

Test yayın
Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum