Müslümanlar, son iki yüzyıldır devam ede gelen bir krizi derinleşerek yaşamaya devam etmektedirler. Tam iki yüz yıldır yaşanan yenilginin travmasını bir türlü üstünden atmasını beceremediği gibi yeni travmalar ekleyerek yoluna devam etmektedir. Ulus devlet marjı içinde müslüman halka yeni travmalar yaşatılırken, din ile ilişkiyi giderek ve derinleştirerek netameli hale getirmenin bütün komplikasyonları harekete geçirildi. Elli Yedi Müslüman ülkenin neredeyse bütününde din ile sahih ve sahici bir ilişki kurma yerine yeni kurulan seküler dünyada yerini almanın arayışı ile süreklileşen bir yanlışlar zincirini yaşamaya devam etmektedirler. Geçici olarak elde edilen iktidar olma imkânları da taktik ve strateji yoksunluğu kadar yeterli düzeyde sistemik çözümleme ve kendini inşa etmede yeterli bilgiye sahip olamama yüzünden hep eksik ve yanlışa kapı aralamıştır.
İran İslam devrimi gibi temel bir çıkış kapısı bile uzun süre üzerinden geçmeden yalpalamaya ve kendi evlatlarını yemeye başlayarak çizgisini deforme etmiştir. Afganistan deneyimi, Cezayir deneyimi, Sudan Deneyimi, Türkiye deneyimi, Mısır deneyimi gibi siyasal iktidar olma deneyimleri hep bir hüsranla sona ermiştir. Bu hüsran olmada birinci sebep dış faktörler ve bu dış faktörlerin gücü ve sistematik bir yapı arz etmeleri iken, Müslümanların, içinde var oldukları dünyayı tanımada yetersizliği ile kendilerinin içinde bulunduğu şartları ve bu şartların değişimi konusundaki yetersizliği birlikte sürdürülmesine vesile olmayı devam ettirtmesi de ikinci sebeptir.
İslami Hareketler terkibi altında faaliyet yapan hareketlerin büyük çoğunluğunun da özellikle İslami bilgi ve modern bilgi ve bunun müslüman zihni yapılandırmasının sonuçları üzerine yeterli bir donanıma sahip olmadığı apaçık bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Farklı ve sahih ile sahici bilgiler sunmaya çalışan bilginlere ise zamanın şartları ile mücehhez olmamayı layık görerek göz ardı edilmeleri, yolu süreklileşen bir fluluğa mahkûm etmektedir.
Müslümanlar tabi ki kendi başlarına sorumlu değillerdir. Ama bu olup bitenin neliğini anlama konusunda kendi üzerlerine düşeni yapmada yetersiz kaldıkları bedihidir. İslam ile kurulan bağlantıların hem yetersizliği ve hem de çoğul karakteri ortamı yeterince bulandırmaya devam etmektedir. Bir müslüman; ‘ben hangi bilgi süreçleri üzerinden Müslümanlığımı öğrenmeliyim’ sorusuna yeterli düzeyde bir cevap verebilecek bir bilgi yöntemimiz yoktur. Çünkü birden fazla ve birbirinden farklı yaklaşımların cevapları zaten bugünkü durumu ortaya koymaktadır. O yüzden meselenin ahlaki boyutu devasa bir sorun olarak önümüzde durmaktadır. Bir temel olarak bu gayri ahlaki durumu inşa eden bilgi ve eğitim ile öğretim süreçlerini yeniden düşünmek ve doğru bir ahlaki zemini inşa edecek bir eğitim ve öğretim sürecine yönelik ciddi çalışmaların ortaya konulması elzem hale gelmiştir.
Bu noktada ise Müslümanların ister kurumsal yapı olarak, ister ferdi bir tutum ve davranış olarak meselelere bakışı nesnel/objektif koşullar çerçevesinde ele alarak bir özeleştiri süreci başlatması kaçınılmaz bir duruş olarak üstlenilmesi gerekendir. İçinde var olduğu şartların dışına çıkmadan o şartların zaafını, eksiğini, gediğini ve hatalarını görmek ister istemez zorlaşacaktır. Aynı şekilde İslam düşüncesi geleneğine dair yapılan eleştirilerin seküler, oryantalist yaklaşımlar ile bu bakışlardan etkilenmiş yerli eleştirilerin dışına çıkarak yeniden bir bağ kurmaya yönelmek asli vazife olarak entelektüel müslüman dünyanın önünde durmaktadır.
Ahlakı inşa eden düşünce ve kültürün temel kodlarını çözümleyerek yeni düşünce ve kültürün inşasında neler yapılması gerektiği konusunda düşünmeye başlamak müslüman olarak yeniden ve doğru bir zeminde yeni bir ruhu canlandıracak hareketi başlatmakla mümkün olacaktır. Mevcut yapının içinde varlığını idame etme arayışları yeni yanlışlara kapı aralamaktan öte bir işleve sahip olamayacaktır. Sene iki bin yirmi beş ve hala Müslümanlar olarak önümüzde ne bir strateji ve ne de bu stratejiyi inşa edecek bir bilgi ve tecrübe birikimi söz konusudur. Acı ama gerçek olan bu durumun kendisi yeterince ihtar vaziyeti taşımaktadır.
Felsefe ve bilimin Müslümanlara sunduğu yaşamın tek ve temel bir gerçekliği vardır: Müslümanların Müslümanlıklarından uzaklaşmalarını sağlamaktır. O yüzden Müslümanlar, ya dünya nimeti diyerek kendisine sunulan ayartıcı zenginliğe kanacaktır, ya da dünyayı arkasına atarak yeni bir dünyanın mümkün oluşunu temsil ederek diğer dünyalı insanlara da göstererek onlarında hakikati bulmalarına vesile olacaktır. Bu sorumluluğu üstlenmeyi irade ederek bir çıkış ve kurtuluş yolunu ibraz edecek bir kararlılığı gösterecek olan Müslümanlar ahirette de bir kurtuluş umudunu diri tutarak varlıklarını idame edeceklerdir. Yoksa büyük bir hüsranın kendisini açıkça göstereceği hesap yurdunda her şeyi kaybetmiş olarak var olmaktan kaçınmak zorlaşacaktır.
Unutulmaması gereken temel gerçeklik, bugün var olan sistemin, düşüncenin ve kültürün inşa ettiği yaşam biçiminin sadece senin dünyan ile ilgili olduğunu ahiretin ile ilgili olmadığı gibi onu yok sayan bir bakışı ise temele aldığı gerçeğidir. Dünyan ile ilgili boyutu ise onun zenginliğine zenginlik katman için sana sunulan küçük rüşvetler olarak görmen olmazsa olmaz gerçekliğidir bu dünyanın…
Kurtuluş, yeniden ilahi rızaya dönüştür. İlahi rıza ise İslam gibi temel ve son ilahi dinin emir ve nehiylerini ve yaşam biçimini örgütleyen adab ve edebini de içerdiğine iman etmendedir. İlahi dinin tabiatı gereği ilahi oluşu beşeri bütün unsurlardan ari bir durumu işaret ettiği de bedihidir. Yani modern biçimde yorum üzerinden din ile ilgili bir bakışa sahip olman dini bir bakışı içermeyecektir. Din anlamaya ve anlaşılmaya açık bir yapı arz eder ama asla yoruma müsamaha göstermez! Çünkü din belirleyendir, belirlenen değil!
Yüz yıl önce yaşanan düşünsel travma ve yeterli bilgi ve sistematiğine sahip olamama hali bugün ortadan kaldırılmıştır. Bir müslüman entelektüel, bugün rahatlıkla İslam düşüncesi bağlamında tarihsel sürekliliği inkıtaa uğratmadan öğrenme ve öğretme zeminine sahiptir. Müslümanların yaşadığı tecrübelerden yapılan yanlışlardan kurtulmaları da giderek kolaylaşmaktadır. Bütün mesele, gerçekten İslam nedir sorusuna cevap aramak ile birlikte bu İslam denilen yaşam tarzının uygulamada nasıl sahih ve sahici bir yol bulunacağının örnekliğini nübüvvetin temsilinde bulacağımızı da dikkate alarak yola çıkmaktan geçmektedir.
Niyet, sadakat ve samimiyet üzere bina edilmiş bir iradenin açığa çıkışı ile başlayacak yeni bir hareketin kaybolan ruhun yeniden açığa çıkışına kaynaklık ederek mevcut bütün ruhları yenecek bir başlangıcı başlatmak mümkündür, her daim mümkün olmaya devam edecektir…
Bir müslüman olarak sadece günahlarımızdan değil, hareket bağlamında yaptığımız hatalardan da tevbe ederek ki bu tevbe Nasuh bir tevbe olarak irade edilmeli ve İslam’ın izzeti ile bezenmiş bir kulun hayatı belirleyen bir tavrı olarak öne çıkarılması mümkün hale gelsin…
Abdulaziz Tantik
YORUMLAR