İnsanın çok katmanlı yapısı, onu dünden yarına bugünü yaşarken sürekli bir değişim cenderesinde varlığını ikame ederken, her seferinde ayağının kaydığının farkındalığı ile yaşadığı boşluğu geleceğe dair beklenti üzerinden derinleştirmeye yönelmesine zemin oluşturmaktadır. İnsan için yaşadığı şeylerin kader ile orantılı bir ilişkisi olmakla birlikte, bizatihi kendi yaşadığı şeyler yüzünden karşı karşıya kaldığı olguların toplamı daha fazladır.
İnsan, dünde yaşadığı sürece bugünü kaçırırken, travmatik bir psikolojik hal ile de geleceğe yönelik beklentilerini azaltmaya devam etmektedir. Bugünü yaşarken, eğer düne dair tecrübeye yaslanmaz ve geleceğe dair umudu diri tutmazsa; aceleci, pes edici, hüsrana uğrayıcı bir düzlemden kurtulma arayışları başarısızlığa uğrayacaktır. İnsan, geleceğe dair umudu üzerine geçmişinden ders çıkartarak bugünü en güzel şekilde yaşayarak kendisini geleceğe taşımaya zemin oluşturma konusunda önemli imkânlar kazanabilir.
İnsan, zamanı göreli bir zeminde yaşamaya çalıştığı andan itibaren dün, bugün ve yarın anlamını yitirebilir. O zaman insan, zamanı kendi şartları içinde yeniden inşa ederek kendi karakteristik yapısının sağlamlığını koruyarak geleceğini doğru bir zeminde inşa eder. Bunun temel şartı ise; dünü bir tecrübe sahası kabul ederek kendi olgunlaşmasını gerçekleştirmek ve geleceğe dair umut üzerinden ise bugünü en verimli şekilde kullanmaya çalışmaktan geçecektir. Ama bu olgunun gerçekleşme imkân ve ihtimali, kişinin zaman ile kuracağı göreli ilişkinin insan lehine gelişmesini sağlayacak bir iradenin varlığına bağlıdır.
İnsan, dünya ve içindekileri etkileme gücü kadar etkilenme ihtimalini de taşımaktadır. Burada insanın etkileme gücünün farkında oluşu ve iradenin varlığının insan açısından neye tekabül ettiği konusunda sahip olacağı şuur, etkilenme ihtimalini belirli bir düzeyde tutarken, etkilemeyi de belirli bir düzlemde sabitlemek önemlidir. Her şeyi belirleme arzusu, insanı yoldan çıkartan bir özelliktir. Bu çerçeve içinde altın oran dengedir. İnsan ve denge birlikte hareket ettiğinde her şeyi olumsal düzlemde yeniden inşa etme imkân ve ihtimalini doğurur. Denge, korkunun, sevincin, mutluluğun, acının ve her türlü duygusal anaforu kendi dengesinde tutarak etkileşimi sınırlı ve olumsal yapıya dönüştürme zemini kurma açısından değerlidir.
Hayatının her alanında olduğu kadar, geçmiş, gelecek ve bugünü de denge üzerinden kurma arayışı karakter inşasında temel bir doğruyu hayata geçirme anlamını izhar eder. Karakteri sağlam, olgunlaşmış bir kişi, zamanı belirli bir düzlemde kendi lehine kurma imtiyazı elde eder. O yüzden de insan ve aşkınlık arasındaki derin irtibatı da gözden kaçırmamak gerekir. Bu dünyaya sonradan gönderilen insanın, bu dünyaya aidiyeti kısmi ve arızi bir durumu işaret eder. İşte zaman meselesi de bu arızi ve kısmi özelliğini rüşt sahibi insan açısından öne çıkartır. İnsan, aşkınlığı ile dünya ötesine uzanan ve yeryüzünde var olacak ve olan işlerden bağımsız kalabilme hassasiyeti gösterebilme iktidarına sahiptir.
İnsanın yeryüzü serüveni bir miraç serüvenidir. Namaz, kul için miracın neliği konusunda bir tecrübe sahibi yapmaya yönelik bir imkân denizidir. İnsan, namazda miraca çıkarak, yani aşkınlığı benliğinde tecrübe konusu ederek ulûhiyet ile bağını güçlendirmektedir. Yeryüzünde yaşayan insan, kendisine sunulan zevkleri eksilterek, arzularını törpüleyerek ve vazgeçerek miraca çıkışı süreklileştirebilir. Kendi benliğinden vazgeçen insan, yücelişe geçerek yeryüzü standartlarını aşma tecrübesi elde eder. İşte o zaman insan, ilahi olan ile yakın bir bağa sahip olarak birebir ilişki sayesinde kendi varlığının deruni anlamını keşfeder ve bu keşif sayesinde miracı süreklileştirerek ilahi yolculuğu da daim kılarak varlığının anlamını her anda deşifre ederek yolculuğunu sürdürecektir.
İnsan, esfel-i safilin ile ahseni takvim arasında gidip gelmektedir. Bu dinamizm ve değişim insanın başının döndürülmesine yetmektedir. İşte insan bu baş dönmesini atlatır ve bu değişimi ve dinamizmi kendi olgunlaşmasının zemini kıldığında aşkınlığının tadına ererek kendi varlığını ilahi varlığın bir tezahürü olarak görerek kendi varlığından sıyrılarak kendi benliğini ilahi benliğin tezahürü olarak idrak ederek beşer sıfatından insan sıfatına rucu edecektir. Beşer, her zemin ve zamanda kendi varlığının kalıplarına sıkışmış, dünyevi daralma ile sıkışık bir yaşamı sürdürmeye devam eden kişidir. İnsan ise, ruhunun sağladığı derin konfor ile ulûhiyet semasına yükselişe geçerek kendi kişiliğini ulûhiyetin kendisine yüklediği amaç doğrultusunda gerçekleştirmeye yönelerek ilahi rızaya erişme kabiliyetini doruğa çıkartarak Allah’ın razı olduğu kullar zümresine ilhak olur. Bu razı olunuşu, sıradan, sade ve beşeri dürtülerin varlığı zemininde sağlamanın imkânsızlığını anlamadan insanlığa doğru bir yolculuğa çıkmak mümkün değildir.
Daha öz bir ifade ile insan, her hali üzere Allah’ın kudret elinin üzerinde olduğunun şuurunu taşıyarak her iş, oluş ve olguda ilahi olanı dikkate alan bir bakış üzerinden hareket ederek kendi varlığını insan düzlemine taşıyarak miracını gerçekleştirmeye devam eder. Emir ve yasaklara uyduğu sürece, güzel, iyi ve doğru olanı önceledikçe yücelişe ve dolayısıyla olgunlaşmaya devam edecektir. Her peygamber bir örnektir. Hazreti Muhammed ise hem peygamber olarak ve hem de olgunlaşmış bir insan olarak bize tam bir örneklik teşkil etmektedir. Çünkü O son peygamber olarak aynı zamanda bütün peygamberlerin ortak tecrübesini kendisinde mündemiç kılmıştır. Bu onun nasıl önemli bir örneklik teşkil ettiğini göstermektedir. Mesele zaten bunu anlamak ve ona uygun davranmayı başarabilmektir.
İnsan, çok yönlü ve çok boyutlu özelliği sayesinde iyiye yöneldiğinde iyiliği çoğaltır, kötüye yöneldiğinde ise kötülüğü çoğaltır. Burada tek bir durum söz konusu; kötülüğün giderek büyümesini sağlayan şey vahyin işareti ile müstağni olmaktan geçmektedir. Müstağnilik, kişinin salt kendisi varmış gibi yaşamını sürdürmesi ve her şeyden azade bir hayatı yaşamaya devam ederken kime ne yapıldığının önemini hissetmemesini beraberinde taşır. İşte bu müstağni insan azar da azar, azdıkça da kendisini bataklığın dibine doğru sürükler. Ve böylece insanlıktan çıkarak beşer sıfatını da terk ederek hayvandan daha aşağı bir varlık derekesine düşer. Ama bu insan, ilahi inayeti yanında bulabilmesinin tek şartı; yaptığı kötülüğün farkına varması ve samimiyet içinde yaptığı yanlıştan ve kötülükten vazgeçerek iyiye doğru yönelmesidir. Şartlar birden değişir ve o beşer olmaya, oradan da insan olmaya yönelerek ilahi rızaya erişme yolculuğunu hak edecektir.
İnsan, zikir ehli olmakla varlık skalasındaki yerini yukarı doğru taşımaya başlayacaktır. Zikir sadece esma ve sıfatların tekrarından öte bir gerçekliğe sahiptir. İlahi esme ve sıfatları, ya da gönderilmiş vahye ait ayetleri her okuyuşunda ilahi olanın varlığını kendi derununda kavramak ve onu idrak ederek kendi varlığını asli koordinatları üzerine yeniden kurmaya çalışmayı da içermelidir. Çünkü her zikir, ilahi olan ile bağın güçlendirilmesi anlamını taşıyacaktır. İlişkinin niteliği o kadar gelişecektir ki insan dost/ Mevla olma hüviyeti kazanacaktır. Her ibadet insan için yeni bir yükselişe başlamanın merdiveni sayılmalıdır. Her iyilik, bir merdiven daha yukarı çıkmaya azmetmenin iradesini bahşetme olarak betimlenmelidir. Her güzelliği açığa çıkarmak zerafet ile ilahi olanın cemal sıfatına yönelmeyi mümkün kılacağını bilerek çoğaltmaya devam etmeyi irade etmektir.
Her türlü duygusal zeminin tek bir karşılığı olmalıdır: Allah… Korku, sevinç, hüzün, mutluluk, huzur, umut, ümit, olumsal düşünme, olumsuzluk Allah’ın varlığı ve birliği ile O’na ilişkin durum üzerinden doğru zemine ve koordinatlara sahip kılınabilir, şahsiyetin temelini inşada anlamlı yerini alabilir. Yoksa insanı beşer düzlemine ve oradan da esfel-i safiline taşımaya yetecektir. İnsan, tercih ona bırakılmıştır: Ahseni takvim mi esfel-i safilin mi?
YORUMLAR