Reklam
Reklam
Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog

Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog


YOL ve YOLDAKİLER

15 Kasım 2025 - 01:53

YOL ve YOLDAKİLER

Hakikate Varmak Üzerine Akıl, Nefs ve Tasavvuf Bağlamında Bir İnceleme

İnsanın varlık serüveni, bir yol hikâyesidir. Doğumla başlayan, ölümle son bulmayan; aslında “ebediyet menziline” uzanan bir yol. Bu yolun yolcusu da bellidir: İnsan.

Ancak her yolcunun menzile hayırla varması garanti değildir. Nitekim “Yola çıkıp da varmayan, yoldan çıkıp da varan görülmemiştir” sözü, bu hakikatin veciz bir ifadesidir. Bu ifade, sadece bir öğüt değil, aynı zamanda aklın ve kalbin dengesini öğreten hikmetli bir uyarıdır. Bu uyarıyı nefsimize bir mihmandar kabul edersek varmayı arzuladığımız menzile selametle ve hayırlarla gideriz.

Yol: İnsanın Kaderi, Seçimi ve Sınavı

Rabbimiz Celle Celaluhu, Kur’an-ı Kerim’de, insanı “sırat-ı müstakîm”e, yani “dosdoğru yola” çağırır. Bu yol, sadece ibadetlerin biçimsel yerine getirildiği bir güzergâh olmayıp, iman, ahlak ve hikmetin birleştiği bir bilinç hattıdır. İnsanın asıl yolculuğu, mekânlar arasında değil, nefsinden sıyrılıp hakikate doğru olan seyridir. Bu yüzden tasavvuf ehli der ki: “Yol, dışarıda değil; içindedir.”

Lakin, geçen kaleme aldığımız bir makalede de vurguladığımız gibi, bu içsel yolculukta en büyük engel, nefsimizdir. Nefis, aklı perdeleyen, kalbi karartan bir gölge gibidir. Kişi, nefsiyle yola çıkarsa; rehberi kör, hedefi bulanık olur. Bu sebeple, “Nefsini mihmandar edinme ki ayakların yolda kala” sözü hem felsefi hem ahlaki bir tembih taşır.

Aklın rehberliği, insanı doğru düşünmeye; kalbin safiyeti, insanı doğru hissetmeye yönlendirir. Ama nefs, her ikisini de kendine hizmet ettirmek ister. İşte, bu yüzden yolda olmak, sadece yürümek değil; nefsle mücadele etmektir.

Akıl ve Nefs Arasındaki İnce Çizgi

İslam’ın hikmetler dünyasında akıl, ilahi bir nimettir. İmam Mâtürîdî’ye göre akıl, insanın Allah’ı tanımasında araçtır; ancak akıl, nefsin eline geçerse bahane üretir. Aklın hakikati bulması için, niyetinin temiz, kalbinin berrak olması gerekir. Gazâlî, bu durumu şu sözlerle açıklar: “Nefs, ilmi kendine perde yapar; akıl, o perdeyi kaldırır.”

Yani akıl, ilmin yönünü belirler; nefs ise onu saptırır. Bir insan, aklıyla hakikati ararken; nefs, onu makam, övgü, gösteriş gibi tuzaklara çeker. Bu durumda akıl, hizmetkâr değil, mahkûm olur. Tasavvuf, bu dengeyi kurmak için “tezkiye” kavramını öne çıkarır. Tezkiye, nefsin arındırılmasıdır; nefsin arzularını öldürmek değil, terbiye etmek anlamına gelir. Çünkü nefs, bütünüyle yok edilemez; ama Hakk’a boyun eğmesi sağlanabilir.

Akıl, vahyin ışığında yürürse; nefs, aklın disiplininde kalırsa; insan, dünyada istikamette kalır ve ahiretini kazanır. Aksi hâlde, kişi yolda olsa bile yönünü şaşırır.

Tasavvufî Derinlikte Yol ve Yolculuk

Tasavvuf, insanın “kendinden kendine” yolculuğunu öğretir. Bu yolculukta ilk adım, farkındalık; son adım ise fenâ hâlidir. Yani insan, önce kim olduğunu fark eder; sonra benliğini aşıp Hakk’ın emrettiklerine yönelir. Mevlânâ, bu süreci şu şekilde özetler: “Yola girmek kolaydır, ama yolda kalmak zordur. Çünkü yol, seni senden alır.”

Bu sebepledir ki yola çıkan herkes varamaz. Çünkü yolda kalmak, sabır, teslimiyet ve muhasebe ister. İbn Atâullah el-İskenderî der ki: “Yolda yürüyen, menzile varmak için değil, yolda olmanın edebini öğrenmek için yürür.”

Yani asıl mesele, varmak değil; yolda doğru kalabilmektir. Yol, insanın ahlakını, niyetini ve istikametini sınar. Bu sınavdan geçenler, “yol ehli” olur.

Yol ehli, konuşmadan çok dinler; iddia etmez, teslim olur; ilimle büyümez, hizmetle küçülür. Çünkü bilir ki: “Bilgi yükseğe çıkarır ama ancak muhabbetle dengede kalır.”

Tarihî Şahsiyetler Işığında Yolun Hikmeti

Yolun ne kadar çetin, nefsin ne kadar sinsi olduğunu tarihte nice gönül eri göstermiştir.

Hazreti Ebû Bekir Radıyallahu Anh, Rasûlullâh’ın hicret yolundaki en yakın yol arkadaşıydı. O, sadece bir dost değil, bir “yoldaş” idi. Yolculuğun zorluğu karşısında korkmadı, çünkü rehberi Allâh’ın Rasûlü idi. Bu bize gösterir ki: Yolun doğruluğu, rehberin doğruluğuna bağlıdır.

Hazreti Ömer Radıyallâhu Anh, adalet yolunun yolcusuydu. Adaletini akıl ile değil, kalp ile kurdu. Bir gece tebdil-i kıyafetle sokaklarda gezerken “halk aç iken halife tok yatamaz” diyebilen bir vicdandı. Bu da gösterir ki: Adalet, muhabbetin ve merhametin akılla birleştiği noktadır.

Yani aslında deriz ki: “İlim yola çıkarır, ama muhabbet menzile ulaştırır.”

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî ise, yolun ahlaki ve manevi inceliğini öğretti. Ona göre asıl yoldan çıkan, hakikati bildiği hâlde yaşamayan insandı. “Sözünü kalple söylemeyen, yoldan kalır.” dedi. Bu söz, akıl ve kalp birlikteliğinin en veciz ifadesidir.

Akli Delillerle Yolun Gerçekliği

Akıl, insanı yönlendiren en büyük lütufların başında gelir. Ancak aklın değeri, hakikate yönelimiyle ölçülür. Aristoteles’in “aklın gayesi, erdemdir” sözü ile İslam düşüncesinin “aklın gayesi, marifettir” ilkesi aslında aynı yola çıkar. Yani akıl, sadece düşünmek için değil, doğruyu bulmak için vardır.

Kur’an, aklı defalarca “tefekkür”, “tedebbür” ve “taakkul” kavramlarıyla işler. Ancak bu akıl, nefsin esiri değil, imanın hizmetkârı olmalıdır. Zira akıl, kalpten bağımsız çalıştığında, bilgi üretir ama hikmet doğurmaz. İnsan, aklını rehber edinir ama nefsi dizginlemezse, hakikate değil, hevaya ulaşır.

Akli Delil Şunu Gösterir

Yol, insanın irade ve tercih alanıdır. Allah, insana akıl vermiştir; ama yönünü seçme özgürlüğünü de. Bu özgürlük, sorumluluk doğurur. Dolayısıyla “yolda kalmak” ya da “yoldan çıkmak” insanın kendi seçimidir.

Yol ve Yoldakilerin Kıymeti

Yol, sabırla yürünür. Sabır, sadece beklemek değil, istikamette sebat etmektir. Tasavvuf ehli bu yüzden “sabır, imanın yarısıdır” der. Yolda kalmak için sabır gerekir; sabır, muhabbeti büyütür; muhabbet, hikmeti doğurur. Yoldakiler, bazen yalnız yürür; ama hiçbir zaman sahipsiz değildirler. Çünkü onlar bilir ki: “Kervanı gören, yolun sahibini unutmamalıdır.”

Gerçek yolun bir “Hakikat” yönü vardır. İnsan, bu yönü kaybettiğinde, yolun kalbinde değil, sadece taşında yürür.

Hakikate Varma

Netice olarak, “Yola çıkıp da varmayan, yoldan çıkıp da varan görülmemiştir” sözü, insanın varoluş mücadelesini özetler. Yola çıkanın, yolda kalmamak için nefsiyle yüzleşmesi gerekir. Nefsini mihmandar edinen, aklını kiraya verir; aklını vahyin ışığında kullanan ise hakikate varır. Bu yüzden İslam düşüncesi, aklı, kalbi ve nefsi bir dengeye çağırır. Tasavvuf, bu dengenin yaşanmış hâlidir. Aklın rehberliğinde, kalbin sezgisiyle, nefsin terbiyesiyle yürüyen insan hakikate varır, çünkü yolda kalmaz. Hakikate varanlar, sadece bilen değil, hissedenlerdir de.

Ve hissedenler bilir ki: “Yol, Hakk’tan gelir; Yoldaki, O’nun rahmetine döner.”

Yol bitmez, çünkü hakikate yürüyen için her menzil, bir başlangıcın eşiğidir. İnsan, kendini aşmadıkça Hakk’ın rahmetine varamaz; Hakk’ın rahmetine varmadıkça da kendini bulamaz. Bu yüzden her adım, bir secde; her nefes, bir dua olmalıdır. Yolun sonunda varılacak bir yer yoktur. Çünkü yolun sonunda Allah’ın rahmeti vardır. Allah’ın rahmetine kavuşmak, yolda kalmamakla değil; yolda hakikati taşımakla mümkündür.

Hakikat, bir varış noktası değil; akıl, kalp ve nefsin uyum içinde attığı her adımdır.

İnsanın en büyük sınavı, dışındaki engeller değil, içindeki fırtınalardır. Bu yüzden yolculuk, varmak için değil; doğru yürümeyi öğrenmek içindir. Kim ki yürürken adımlarını hesaba katar, o zaten menzile yaklaşmıştır. Çünkü hakikate gidenler, mesafe değil, istikamet biriktirirler.

Bugün insanlık, yolda olmayı unuttu; yolda kalmakla yetiniyor. Bilgimiz arttı ama bilincimiz eksildi; aklımız keskinleşti ama kalbimiz küflendi. Oysa hakikate giden yol hâlâ açık, sadece yolcu bekliyor. O yolcu, başkası değil-sensin, benim, hepimiziz.

Çünkü yol, insana değil; insan yola emanettir.

Yola sadık kalanlar, varamasalar da kaybolmazlar.

Ve kaybolmayanlar bilir ki: Yol, Hakk’ın rahmetine yürüyenin kendisidir.

Kalın sağlıcakla…

Gökmen CAN-Eğitimci Sosyolog

Reklam

YORUMLAR

  • 0 Yorum