İnsan Neyle Savaşırsa Ona Dönüşür
İnsan Neyle Savaşırsa Ona Dönüşür
"Aslında insan kendini unuttuğunda her şeyi kaybedebilir. Kinle, nefretle, öfke ile, savaşlar ile insanlar, insanlıklarını unutur çoğunlukla."
Bu kısa ama derin anlamlı söz, insanın mücadelesinin sadece dış dünyayı değil, iç dünyasını da şekillendirdiğini anlatır. Çünkü insan, savaşırken yalnızca düşmanıyla değil, kendi vicdanı ve değerleriyle de yüzleşir. Uzun süre bir şeyle mücadele eden kişi, farkında olmadan o şeyin dilini, yöntemini ve duygusunu içselleştirmeye başlar.
Bir insan adaletsizlikle savaşırken öfkeye kapılıp adaletsizleşebilir.
Yalanla mücadele ederken, bazen yalanı “amaç için araç” olarak görmeye başlayabilir.
Zulümle savaşırken, zalimin yöntemlerini benimserse, kendisi de zalimleşir.
Bu düşünceyi en çarpıcı biçimde Nietzsche dile getirir:
“Canavarlarla savaşan kişi, bu sırada kendisinin de bir canavara dönüşmemesine dikkat etmelidir. Çünkü uzun süre uçuruma bakarsan, uçurum da sana bakar.”
Gerçekten de tarih boyunca, yola erdemle çıkıp sonunda savaştığı şeye dönüşen insan ve hareketlerin sayısı az değildir. Yıllarca kapitalizme karşı mücadele eden sol hareketlerin zamanla aynı sistemin çarkları arasında yer alması…
İlay-ı kelimetullah hedefiyle yola çıkıp, servet ve iktidar tutkusu (vehnle) ile yozlaşan dindar çevreler…
Vatan sevgisiyle yola çıkan ama süreç içinde çıkarcılığa savrulan milliyetçiler…
Hepsi bu dönüşümün ibretlik örnekleridir.
Bu söz, insanın mücadelesinde nefret, öfke ve kinle hareket ettiğinde, savaşın nesnesiyle özdeşleşme tehlikesini vurgular. Siyaset arenasında bir zamanlar şiddetle eleştirdiği partilere katılan, nefret ettiği düşüncelerin temsilcisi haline gelen kişilerin varlığı da bunun somut göstergesidir.
İnsanın neyle savaştığı değil, nasıl savaştığı belirleyicidir.
Yükselmek, mücadele etmek güzeldir…Ama güç, kontrolsüz kaldığında karakteri gölgede bırakır.
Erdemle, sabırla, adaletle savaşan insan, o değerlere dönüşür.
Kinle, intikamla, nefretle savaşan ise, farkına varmadan savaştığı şeye benzer hale gelir.
Müslüman Dünyanın Dönüşümü,modernleşme tutkusu
Bugün bu hakikati belki de en acı biçimde İslam coğrafyasında görüyoruz.
Hiç düşündünüz mü?
Neden savaşlar, yoksulluk ve sömürülerin en büyük kısmı Müslümanların yaşadığı ülkelerde yaşanıyor?
Neden Müslüman toplumların çoğu, cehalet ve fakirlik içinde kıvranırken, bir avuç yönetici ve dar çevre halktan yüzlerce kat daha zengin?
Allah’ın bereketli kıldığı bu topraklarda, yer altı ve yer üstü zenginlikler; petrol, madenler, verimli araziler ve yetişmiş genç beyinler neden başka ülkelerin çıkarına hizmet ediyor?
Bu tablo, aslında “neyinle savaştığımızı” değil, “neye dönüştüğümüzü” gösteriyor.
Oysa bizim rehberimiz Kur’an’dı.
Ve onu en güzel şekilde uygulayan Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.), zilletten, sömürüden, israftan, gösterişten ve adaletsizlikten uzaktı.
Emeğe, çalışkanlığa, adalete ve paylaşmaya büyük önem verirdi.
Mücadele ederken bile ölçülüydü; savaşta bile merhameti elden bırakmazdı.
Biz kime dönüştük böyle?
Savaştığımız zalimlere mi, sömürü düzenine mi, yoksa dün reddettiğimiz güç ve servet tutkusuna mı?...
Oysa İslam, insanı yücelten, adaleti merkeze alan, vicdanı dirilten bir hakikat çağrısıydı.
Belki de yeniden hatırlamamız gereken şey, mücadeleyi hangi ruhla verdiğimizdir.
Çünkü insan, neyle değil; nasıl savaştığıyla insandır.