Hayat Tecrübeleri– 3

Ramazan YÜKSEL

HAYAT TECRÜBELERİ – 3

BİREY SÖZCÜĞÜNÜN BAŞA AÇTIĞI BELÂLAR!

ÖNSÖZ
Her çağ, kendi insanını yetiştirir. Zamanın dili değişir, kavramlar yenilenir, ama insanın anlam arayışı hep aynı kalır. Bugünün insanı, “özgürlük” ve “birey olma” sloganlarıyla büyütülüyor. Ancak bu kavramların içi, çoğu kez boşaltılmış ve yönü tersine çevrilmiştir. Kendini “birey” olarak tanımlayan insan, özgürlüğü değil; yalnızlığı satın almıştır. Bu makale, modern dünyanın bu ince yanılgısını sorgulamak ve insana yeniden şahsiyet merkezli bir bakış kazandırmak amacıyla kaleme alınmıştır. Çünkü insanın değeri, kendini toplumdan kopararak değil, topluma anlam katarak ortaya çıkar.

BİREY SÖZCÜĞÜNÜN BAŞA AÇTIĞI BELÂLAR!
Modern dünyanın bize sunduğu kavramların çoğu, insanı yüceltir gibi görünür ama aslında onu köklerinden uzaklaştırır. “Birey” de bunlardan biridir.

Kulağa özgürlük, bağımsızlık, kendi olma gücü gibi gelir; fakat bu kelime, bizi tarif etmez.
Bizim kültürel kodlarımızda insan, yalnızca kendisiyle tanımlanmaz; ailesi, toplumu, inancı ve aidiyetleriyle bir bütündür.

“Birey” sözcüğü, işte bu bütünlüğü parçalayarak insana, hak etmediği bir merkez rolü biçer.

Birey Telkini ve “Unique” Yanılsaması
Batı düşüncesinin uzun yüzyıllar boyunca işlediği “birey” kavramı, insana benzersizlik hissi aşılar. “Sen teksin, eşsizsin, unique’sin” der.

İlk bakışta bu, kişiye güç verir; çünkü kim olmak istediğine karar verme hakkını kendisinde bulur.

Ama zamanla bu telkin, tehlikeli bir yanılsamaya dönüşür:
İnsan, kendisini merkeze koymaya başlar.
Kendi hayatını, arzularını ve hedeflerini evrenin ekseni zanneder.
Artık bütün gezegenler onun etrafında dönmektedir.
Ve bu hâl, kişiyi başkalarına karşı kör eder.
Kendini özgürleştirdiğini sanırken, aslında yalnızlaştırır.

“Birey” sözcüğünün zihinlerde oluşturduğu bu merkezilik, zamanla ahlakı ve toplumsal bağı da zayıflatır. Çünkü insan artık şöyle düşünür:

“Ben bireysem, gemimi kurtarmalıyım!”
Oysa gemiyi kurtaran, birlikte kürek çekenlerin uyumudur.
Gemisini yalnızca kendisi için çeken, eninde sonunda hem kendini hem gemiyi batırır.

Kültürel Kodlara Açılan Savaş
“Birey” algısı, kendisini çevrenin bir parçası olarak tanımlayan kültürel kodlara savaş açar. Oysa insan, anlamını da, gücünü de bu kodlar aracılığıyla bulur.

Bir toplumun inançları, değerleri ve ortak belleği, kişiliğin şekillenmesinde maya görevi görür.
Bu mayadan kopan insan, kabarmış ama tadı bozulmuş bir hamura benzer.

Çünkü yanlış maya ile kabaran hamurun ekmeği yenmez.

Aynı şekilde, birey telkiniyle yoğrulan insanın iç dünyası da sahici bir olgunluk kazanamaz.

O, ne tam kendisidir ne de ait olduğu topluma yakındır.

Kendine yabancı, köklerine uzak bir varlığa dönüşür.

Şahıs ve Şahsiyet: İnsanın Gerçek Formu
Bizim kültürümüzde “şahıs” ve “şahsiyet” kavramları vardır.
Şahıs, tanımlanabilir, öngörülebilir, istikamet sahibi insandır.
Şahsiyet ise, iç tutarlılığı ve değer bilinciyle olgunlaşmış kişidir.
Birey, “ben”i merkeze alır; şahsiyet, “biz”in içinde “ben” olmayı başarır.
Birey, çevresiyle çatışarak kimlik kurar; şahsiyet, çevresiyle barış içinde var olur.
Birey, sürekli “hakları”ndan söz eder; şahsiyet, “sorumlulukları”nı bilir.
Birey yalnızlaşır; şahsiyet kök salar.

Sonuç: Birey Değil, Şahsiyetli İnsan
Bugün dünyanın yaşadığı en büyük krizlerden biri, birey telkininin kutsallaştırılmasıdır.
İnsana, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bir zihin kazandırılmıştır.
Fakat insanın asıl büyüklüğü, kendi merkezinden çıkıp başkalarının merkezini de görebilmesidir.
Kendini kurtarmak isteyen birey değil; insanlığı ayakta tutan şahsiyet gereklidir.

Gerçek özgürlük, birey olmakta değil;
şahsiyetli insan olabilmekte yatar.
Çünkü birey kendi etrafında döner,
şahsiyet ise hakikat etrafında döner.

Ve sonunda, hayatın özü şudur:
Birey geçicidir; şahsiyet kalıcıdır.
Hayatı anlamlı kılan şey, “unique” olmak değil, bir bütünün anlamlı parçası olabilmektir.

SONSÖZ
İnsanı “birey” olarak tanımlamak, kökü kesilmiş bir ağacı övmeye benzer. Kısa bir süre dik durabilir, ama meyve veremez. Oysa insanın büyümesi, dallarının değil; köklerinin derinliğiyle mümkündür. Bizim hikmet geleneğimiz, insanı “tek başına” değil, “bir bütünün anlamlı parçası” olarak görür. Aile, toplum, kültür ve inanç; bunlar insanın şahsiyetini yoğuran unsurlardır. Modern çağ, “kendi ol” diyerek insanı yalnızlaştırmış; oysa hakikat, “kendini bil” diyerek insanı olgunlaştırır. Gerçek olgunluk, birey olmakta değil; şahsiyetli insan olabilmektedir. Çünkü şahsiyet, köklerinden utanmaz; aksine, onlarla gurur duyar. Ve her yeni nesil, bu kökten aldığı bilgelikle geleceğe yürür.