Buğz İnsani Bir Tohumdur

Ramazan YÜKSEL

Buğz, İnsani Bir Tohumdur
-Aziz Dostum Gökmen CAN'a İthaf edilmiştir-
Merhamet-i İlâhiyeye mazhariyet için, liyâkat-i bâtınenin bir ayağı olarak Allah için buğz etmek.

Ön Söz:
Liyâkat-i Bâtınenin Ayak İzinde...
Her çağın insanı, kötülükle arasına mesafe koymanın bir yolunu arar. Kimi susar, kimi bağırır, kimi kalbinde bir sızı taşır. Fakat her birinin özünde aynı imtihan gizlidir: “Ne kadar iyiliğe ehilim, ne kadar kötülüğe mesafedeyim?”
Hadîs-i şerifte bildirildiği gibi:

“Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.”

Bu zayıf gibi görünen hâl, aslında imanın son kalesidir. Çünkü kalbinde buğz taşıyan insan, hâlâ insandır.
Zira buğz, kin değildir.
Buğz, nefretin karanlığı değil, rahmetin hudududur.
Bir tohumdur; insanın içindeki ilâhî temyiz kabiliyetidir.
Kötülüğü sevmemek, zulme rıza göstermemek, kalbin Rabbine sadakatidir.
Lâkin buğzun öncesinde bir kavram vardı: kınamak.
Kınamak, toplumun vicdan refleksiydi.
Bir yanlış karşısında “olmaz!” diyebilmenin terbiyesiydi.
Bugün bu kavramın kaybolmasıyla, kötülük meşrulaştı; yanlış, estetik bir biçim kazandı.
İşte bu deneme yazısı, o kaybolan vicdan refleksini yeniden hatırlatmak için kaleme alındı.

1. Bölüm
Kötülüğün Tohumu: Mefhumu Muhaliften İnsan

Bir hadisin mefhumu, bazen lafzından daha derin bir hakikate işaret eder. “Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin...” buyruğunun zıddından bakıldığında, karşımıza acı bir tablo çıkar:
Kötülüğü eliyle, diliyle veya kalbiyle düzeltmeyen kimse, kötülüğe iştirak etmiş olur.
Bu sessizlik, modern çağın en yaygın günahıdır.
Bugün kötülük çoğu zaman şiddetle değil, seyirle büyür.
Bir zulüm ekranlardan akar, bir yalan sokakta fısıldanır, bir haksızlık görmezden gelinir — ve her defasında kalpler biraz daha donar.
İnsanın kötülüğü meşrulaştıran bu kayıtsızlığı, bir tür “manevî ölüm”dür.
Zira iyiliğe karşı hissizleşmek, kalbin ışığını söndürür.
Kötülüğün tohumu, işte bu kayıtsızlıktan doğar.
İlk önce insanın iç dünyasında bir “gerekçe” belirir:
“Ben ne yapabilirim ki?”
Bu cümle, insanın kendini temize çıkarmak için bulduğu en zararsız görünen yalandır.
Oysa bu yalan, kötülüğün ekmeğidir.
Her duyarsızlık, her umursamazlık, bir karanlıkta filiz verir.
Kötülüğün tohumunu besleyen bir başka etken de alışmadır.
Bir haksızlığı ikinci kez gördüğünde artık irkilmezsin; üçüncüde duymazsın; dördüncüde o dağınık kalabalığın içinde sen de yürürsün.
İşte o an kötülük, bireysel bir fiil olmaktan çıkar, kültürel bir refleks hâline gelir.
Ve kötülüğün kültüre karıştığı toplumda artık “suç” ile “alışkanlık” arasındaki çizgi silinir.
Kötülük, bazen büyük bir eylemle değil; iyiliğin gecikmesiyle doğar.
Bir haksızlığı zamanında düzeltmemek, bir yanlışın üstünü örtmek, bir kötülüğü “şimdilik kalsın” diye ertelemek...
Hepsi aynı bataklığın suyudur.
Zira her gecikme, bir başka insanın acısına kapı aralar.
Bir toplum, kötülüğü yalnız yasalarla değil, vicdanıyla durdurur.
Elin gücü biter, dilin sesi kısılır; ama kalp hâlâ buğz edebiliyorsa, toplum henüz ölmemiştir.
Çünkü kalpte buğz kalmazsa, kötülük artık meşrulaşmış demektir.

2. Bölüm
Buğz: İnsani Bir Tohum

Buğz, nefret değildir; merhametin bir tezahürüdür.
Kalbin içindeki o küçük rahatsızlık, kötülüğe karşı ilk direniştir.
Toplum kınamayı kaybettiğinde, buğz kalpte tek başına yaşar.
O, kalbin iç surlarını oluşturur:
kötülüğe geçit vermez, ama nefretin karanlığını da taşımaz.
Buğz, insanı Rabbine bağlı kılan vicdanın kıvılcımıdır.
Bir yanlışla karşılaştığında kalbin hafifçe sızlaması, ilâhî temyizden gelen bir uyarıdır.
Bu sızı, nefret değil, ıslah arzusudur.
Kalbin buğzu olmasa, insan sadece alışkanlıkla kötülüğe ortak olur.
Tarih boyunca direnenler, buğzun tohumu sayesinde kötülüğe karşı durmuşlardır.
“Yanlış bu!” diyen tek bir kalp, bir toplumun karanlığını aydınlatabilir.
İşte bu yüzden buğz, insani bir tohumdur; kök salarsa iyiliği besler, yoksa insanın içini boşaltır.

3. Bölüm
Kınama: Kaybolan Vicdanın Sesi

Buğzdan önce bir kavram vardı: kınamak.
Kınama, toplumun vicdan refleksidir.
Bir yanlış karşısında “olmaz!” diyebilmek, toplumsal ve ahlâkî bir sorumluluk gösterir.
Kınamanın kaybolmasıyla utanma duygusu da çekilmiştir.
Artık kötülük gizlenmez, sergilenir; çünkü utanacak göz kalmamıştır.
Toplum, kendi ahlâk aynalarını kırmıştır.
“Bana ne?” anlayışı hâkim olur; yanlış, normalleşir.
Kınama kaybolunca, insan yalnız başına direnmek zorunda kalır.
Buğz, toplumsal sesin boşalttığı yerdir;
kalbin iç surları olarak doğar.
Kınama olmadan buğz filizlenmez; bu nedenle her iki mekanizma birbirini tamamlar.

4. Bölüm
Merhametle Buğz: Liyâkat-i Bâtınenin Yolculuğu

Buğzun olgunlaşması, nefret değil, merhametli dirençle mümkündür.
Kalpteki tohum, ancak doğru toprakta yeşerir:
tevazu, tefekkür, paylaşma ve Rabbine bağlılık.
Toplumsal sesin geri dönmesi de şarttır.
Kınamanın yeniden doğmasıyla toplumun ortak vicdanı güçlenir;
insan yalnız olmadığını hisseder, kötülüğe karşı yalnız durmaz.
Merhametle buğz etmek, liyâkat-i bâtınenin bir ayağıdır:
Kötülüğü reddeder, ama insanı dışlamaz;
Yanlışı affetmez, ama affedilebilirliğe kapı bırakır.
Bu, kalbin olgunluğudur.

Son Söz:
Kötülüğe Alışmamak

Kötülüğün en sessiz zaferi, insanların artık rahatsız olmamasıdır.
Buğz, işte bu rahatsızlığı koruyan son kale,
insanın içindeki son insanlık nöbetçisidir.
Onu diri tutmak, dünyayı değiştirmekten önce kendini korumaktır.
Çünkü kötülük, dışımızda değil, önce içimizde başlar.
Ve buğz, orada ilk “hayır” diyen sestir.

Buğz, insani bir tohumdur.
Onu eken, insan kalır.
Onu kaybeden, her şeyi kaybeder.

Bismillâhirrahmânirrahîm ile başladık, ve her hatvede Allah için buğz etmenin, merhamet-i ilâhiyeye mazhar olmanın ve liyâkat-i bâtınenin bir ayağı olarak insanın içsel uyanışını korumanın önemini vurgulamaya gayret ettik.
Fayda Yâ Hû…