Düşüncelerinizdeki Karanlık Yönün Farkında mısınız?

Prof. Dr. İsmail GÜVENÇ

Düşüncelerinizdeki Karanlık Yönün Farkında mısınız?

Bilimsel araştırmalar, düşüncelerin duygu ve davranışlar üzerinde etkili olduğunu belirlemiştir. Bu nedenle insan, düşüncelerine —özellikle sık karşılaştığımız, tekrarlana tekrarlana nesilden nesle aktarılan işlevsiz düşüncelere (bilgiye)— dikkat etmelidir. Bunlara düşüncelerin karanlık yönü denilebilir. Karanlık, mecaz olarak üzüntü, sıkıntı ve perişanlık anlamına gelmektedir (TDK). Türk-İslam dünyasının bugünkü durumunda bu düşüncelerin önemli bir payı vardır.

Zamanla yeni düşüncelerin ortaya çıkması, mevcut olanların eskimesi kaçınılmazdır. Sosyolojik bakış açısıyla büyük düşünür Weber (1864–1920), “düşüncelerin” sosyal değişime katkıda bulunduğunu ileri sürmektedir (J. Macionus, Sosyoloji, s. 104). Büyük sosyologdan sonra, insanın düşünme süreçleri son yüzyılda daha iyi anlaşılmıştır. Şöyle ki:

Devrim
1950’lerde “bilişsel devrim”, zihnin ve zihinsel süreçlerin disiplinler arası bir çalışması olarak başlamıştır. 1970’lerin başında bilişsel hareket, psikolojik bir paradigma olarak davranışçılığı aşmıştır. 1980’lerin başında ise bilişsel yaklaşım, psikolojinin çoğu alanında baskın araştırma hattı hâline gelmiştir.

Jean Piaget (1896–1980), bilişsel gelişim alanında çığır açıcı çalışmalar yapmıştır. Piaget, çocukta düşünce ve dil gelişiminin bir süreklilik içinde değil, evrelerden geçerek oluştuğunu ve insan–çevre ilişkisinde etkin bir yapılandırma süreci bulunduğunu ortaya koymuştur.

Aaron Beck (1921–2021) ise insanların bilişlerinin, “bilişsel bozukluklar” adını verdiği mantık hatalarıyla dolu olduğunu; işlevsel olmayan düşünce ve varsayımlara dikkat çekmiştir.

Daha yakın zamanda, nörofizyoloji alanındaki çalışmalarla insanın düşünme (öğrenme) biçimine dair yeni bilgilere ulaşılmıştır.

Bu gelişmelere rağmen, katılaşmış zihinler toplumlarda az değildir. Sıkça anlatılan bir anekdot, konunun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır.

Atın Dişi
Yüzyıllar boyunca Aristoteles’in düşünceleri ve gözlemleri doğru kabul edilmiş, tartışmasız bir otorite olarak görülmüştür. Bir manastırda papazlar Aristoteles’in sözlerini tartışırken genç bir papaz sıkılır ve dışarı çıkar. Avluda bir at görür. Aristoteles’in “Atın ağzında 28 diş vardır” dediğini hatırlar ve merak edip atın ağzını açar. Dişleri sayar. Sayı 28 değildir.

Genç papaz içeri dönüp durumu anlatınca diğerleri alay ederek onu azarlar. Tartışma büyür ve birlikte dışarı çıkıp atın ağzına bakarlar. Gerçek açıktır, ortadadır: Aristoteles’in söylediği sayı yanlıştır.

Nitekim beş yaşında, tam gelişmiş bir atta 36 ila 44 diş bulunur.

Bu açık gözleme rağmen papazlar, Aristoteles’in yanılmış olabileceğini kabul etmezler. Gerçeği kabul edip otoriteyi sarsmak onlara tehlikeli gelir. Hakikat gözlerinin önündeyken bile kendi düşüncelerini değiştirmeyi denemezler.

Geleneksellik
Gelenek; bir toplumda, eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulan ve kuşaktan kuşağa aktarılan, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Bunların bir kısmı, millet olarak bütünlüğü korumak için muhafaza edilmelidir. Peki ya işlevsiz olanlar?

Niyazi Berkes (1908–1988), Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal gelişimi üzerine çok sayıda araştırma yapmıştır. Osmanlı’dan günümüze uzanan değişimleri inceleyen Berkes’e göre geleneksellik; değişmemek, yeniliğe yer vermemektir.

Atın dişi örneğinde olduğu gibi bu, düşüncenin karanlık yönünü görmemektir. Yani eskiyi, alışılmışı ve otoriteyi sorgulamadan doğru kabul etme eğilimidir. Katılaşmış düşünceler, gerçeği değil alışkanlığı korur. Bu yüzden çoğu zaman ilerlemenin önündeki en sessiz ama en güçlü engeldir.

Düşünmek zahmetli, kanıt aramak yorucu, karşı çıkmak ise risklidir. Bu nedenle çoğu insan, kendisine gösterilenleri sorgulamadan hakikat sanmaya devam eder.

Kadim kültürümüzün özünü koruyarak ve geliştirerek düşüncelerimizi güncellememiz gerekmez mi?

Son söz: Karanlık, ışığın varlığıyla son bulur.