YENİDEN DÜŞÜNMEMİZ GEREK | Abdurrahman Dilipak

Misafir Kalem

Abdurrahman Dilipak 
YENİDEN DÜŞÜNMEMİZ GEREK
Toplumun çöküş belirtileri:  1- Dayanışmanın yok olması  2- Üretimin zayıflaması  3- Tüketim çılgınlığı  4- Vergiler  5- Liyakatisizlik olması  6- Adaletsizlik  7- Umutların kırılması  8- Göçün hızlanması  9- İblisane gurur ve kibir  10- Gösteriş, riyakarlık ve yalakalık - İbn-i Haldun   Ülkemizde garip şeyler oluyor. Toplumun din, tarih, ahlak, gelecek, siyaset algısı bir şekilde içi boşaltılarak dönüştürülüyor. Toplum mühendisliğine soyunmayan kimse yok gibi. Devlet, STK, Media, Sanat camiası, sermaye sahipleri mektebi de kullanıyorlar, sosyal mediayı da, geleneksel mediayı da. Kafamıza Chip takmalarına gerek kalmadı, cep telefonları üzerinden bu işi yapıyorlar.   Yiyip içtiklerimiz de bizi dönüştürüyor. Kıyafetlerimiz, “yaşam tarzı” dedikleri yollardan kalabalıklar sürüleştiriliyor. Sentetik yiyeceklerden daha çok sentetik bir din de, ideoloji de başımızın belası..   Ne denmişti bize kitapta: Şeytan sizi Allah’la aldatmasın. Din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin.. Evet sadece din büyüklerimizi değil, Allahtan başka kimseyi İlah ve Rab edinmeyecektik. Devlet büyüklerini ve ideolojik önderleri de.   Tekrar tekrar söyleme gereği duyuyorum. Eğitim, media yoluyla beynimiz işgal edildi. Hurafelerle kalbimiz de işgal edildi. Ve midemiz de işgal edildi. Artık içimizdeki birileri, Şeytanları kendileri için rehber edindiler, gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Çocuklarımızı çalıyorlar, kadın ve erkeği birbine düşman yapıyorlar, aileleri dağıtıyorlar.   Toplum atomize oldu. Beşeri ilişkileri altüst ettiler. Artık ne komşuluk kaldı ne akrabalık. Artık kendilerini futbol taraftarlığını ile tanımlıyorlar. Din, tarih, gelenek ve biyolojik cinsiyetlerinden bağımsız bir BİREY’e dönüştürülünce, gelinen noktada toplumsal hafızalarını da kaybettiler. Sabırsız, öfkeli, keyfi bir kalabalığa dönüştürülüyor insanlık. Yalnız, mutsuz, intihara, ölmeye ve öldürmeye hazır.. “Sevgi, saygı, merhamet, vijdan, ahlak, tevazu, vefa, dostluk, iffet, şeref, namus, ahlak, edep” tedavülden kaldırıldı sanki! Bunu bizimkilerin eli ile yaptılar, yaptırdılar. Para (mal-mülk) ve iktidar, güç, şehvet, haz, heyecan yeni İlah ve Rab’leri oldu, putları, İdolleri oldu bu kalabalıkların. Kibirden burunları önlerini göremeyecek kadar göklerde. Sanki boyunlarına halkalar geçirilmiş gibi yürüyorlar.   Bu olanlar, ne Müslümanlığa sığar, ne Museviliğe ne de İseviliğe, ama olanlar işte ortada. Gazze’de yaşananlar karşısındaki sessizlik, acziyet apaçık ortada. Ve dillerimiz kendimizi kandırmak için yalanlar, bahaneler uydurmaya devam ediyor. Gerçekte ise, birilerinin “elleri ayakları boş değil, yaptıkları iş değil”. Bunu kendileri de biliyor, biz de biliyoruz. Onlar bizim bildiğimizi, biz de onların bildiğini biliyoruz ama kör bir gidişle cehenneme doğru adeta sürükleniyoruz. Bu işin sorumlusu olan bir çok kimse, bir türlü kendi nefsini sorgulayıp “inni küntü minezzalimiyn” demiyor, diyemiyor. Gazze’de katliam yapılırken, Adana’da devlet destekli Karnaval yapabiliyoruz utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan. “Kültür yolu” diye açtığımız yol bu.   İsrail’i kınıyor gibi yapıyoruz ama, İsrail’deki katliamın arkasındaki lobinin içimize sokulan uzantısı HABAT’dan vazgeçemiyoruz. Onları Beştepe’de ağırlıyoruz, ABD’de buluşuyoruz, ama onlardan vazgeçemiyoruz bir türlü. AGARTHA lobisine gücümüz yetmiyor mu yoksa. Gücünüz sadece anadolu’nun garibanlarına mı yetiyor?   LGBT’ye dil ile eleştiri yöneltseniz de kimliklerimize yazdığınız “toplumsal cinsiyet kimliği” yani LGBT kimliğini tercih olarak sunan GENDER’i silmeye gücünüz yetmiyor mu? Artık LGBTQI+ı da geçtiler, buna PEDEFOLİ’yi de eklediler. Şimdi onlar da Cumhur İttifakına katıldılar. İstanbul’da DEM’li milletvekilleri köprüye PEDEFOLİ bayrağı astılar ya hu! Orada biliyorsunuz Türk ve Kürt LGBT’liler kardeşçe, barış içinde bir arada yaşıyorlar. Yani LGBT’ye “P” de eklediler. Sıra “Z” yani Zoofoli’de mi yoksa, “E” yani ensest de mi? Öyle ya , artık anne-baba olmayınca, TransHumanizm sonrası insanlar, din, ahlak, gelenek, biyolojik cinsiyetinden bağımsız bir BİREY olunca, “E” yani “Ensest” olsa ne olur, olmasa ne olur. Bizim odaklanmamız gereken nokta “Toplumsal cinsiyet”in “Adaleti” mi olmalı, “Eşitliği” mi? Grevio’dan şikayet ediyorduk, başımıza daha beteri geldi: UN Woman! Trans Humanizmden söz ediyorlar. VIP-CIP takımından neredeyse CHABAT’ı ağzına alan yok.   Ah Ah, piyasada pahalılıktan geçilmiyor. İşsiz, emekli, asgari ücretlinin durumu yürekler acısı. Her gün yeni bir vergi, ceza, zam haberi, İflaslar başladı. CoVID/mRNA ölümleri devam ediyor. Aileler dağılıyor. Ahlak çökmüş durumda, Adaleti ara da bulasın. Uyuşturucu, Fuhuş almış başına gidiyor. Nufus geriliyor ve hızla yaşlanıyor.   İstanbul sözleşmesi belası yetmiyormuş gibi, şimdi başımıza bir de İKLİM yasasını bela ettiler.   AK Parti’liler, İstanbul sözleşmesinden çekilip kimliğimizdeki GENDER maddesini çıkartmadan bu konuda ortalıkta “…MIŞ” gibi yaparak dolaşmasının inandırıcı bir tarafı yok. Ülke bu gün geldiği noktaya böyle geldi. Ve bundan sonra da gidecek yer kalmadı. Geldiğimiz nokta da BİRİCS mi, AB+ABD koalisyonu mu ikilemi içine sıkıştık. Sonuçta önce biz kimiz, buna bir karar vermemiz gerek. Alamet-i farikalarımız, bizi biz yapan değerler neler? Nereden geliyoruz ve nereye gidiyoruz? Sanırım biz yolumuzu, yönümüzü/istikametimizi kaybettik. Tersi’ne giderek Mersin’e varmak mümkün değil.   İslam dünyasının hali malum. Türk dünyasının da. Türkiye Azerbaycan’la “iki devlet bir millet” ama, Azerbaycan Filistin’e karşı İsrail’in yanında. Hatta Azerbaycan’dan İsrail’e gönüllü savaşçı gidiyor. Bakü Petrol’ü İsrail’e biz kendi ülkemizden taşıyoruz. Tacikistan’da olanları biliyorsunuz. 28 Şubat’ı yaşıyor onlar. Türk kardeşliğiydi değil mi?   Bir çok şeyi yeniden düşünmemiz gerekiyor. Övünmeyle dövünmeyle kaybedecek zamanımız yok. İş çok tehlikeli boyutlara geldi. Artırılmış sanal gerçeklik, Subliminal mesajlar, Lucid Dream’lar, RF üzerinden Bio Rezonans, Astral yolculuklar, kitlesel ipnoz yetmiyormuş gibi, bir de siyasetin bu algı operasyonları her şeyi altüst etti.   Son zamanlarda bir süre gizli isimle bir çok konuda bilgi servisi yapılıyor. Vurgun, soygun, uyuşturucu, fuhuş konuları ile ilgili resimler, isimler servis ediliyor. Bu bilgilerin çoğu kripto bilgiler, çoğu belli istihbarat örgütleri ya da devletin arşivlerine sızan birilerinin servis ettiği bilgiler gibi görülüyor. Bunlar kim, bu bilgilerin içinde muhtemeldir ki, doğru olan da var, olmayan da, hatta bazı gerçekler gizlenmiş de olabilir.   Hükümet bundan habersizse bu bir sorun. Haberdar ama hiçbir şey yapamıyorsa, bu daha büyük bir sorun. Peki en azından hangisi doğru hangisi yanlış, konu araştırılıp niye gereği yapılmıyor, ya da bu iddiaların doğru olmadığı açıklanıp, doğru olanı söylenmiyor.   Soğuk savaşın önemli simalarından CIA Ajanı Ruzi Nazar’a ait olduğu söylenen ilginç bir tesbit var: Kürdistan’ı kurmak istiyorsak, Kürtleri kışkırtmak en kolay iş! Zor olan, Türkleri / Müslümanları uyutacak birilerini bulmaktır! Bize 2 adam lazım; biri dindar Müslümanları uyutacak, diğeri Milliyetçilere hamaset anlatarak, geçmişin hatıraları ile teselli bulacak kitlelere ninni söyleyecek birini.” Aslında bu durum sadece Türkiye için geçerli değil. Din ve tarih, tabi mecrasından çıkartılıp, Marks’ın aslında Hristiyan dünyası için söylediği gibi bir “afyon etkisi“ yapabilir. Allah (cc) da kitabında “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” buyurmadı mı? “Tekasür” suresinde çokluk ve atalarının yaptıkları ile övünmeyi yasaklamadı mı?   Bu iktidarın işi değil mi? Bu yargının işi değil mi? Bu istihbaratın işi değil mi, TBMM’nin denetleme yetkisi yok mu?   Bu hadiseler, şüyuu vukuundan beter hale geldi. Hatırlatırım: “Söylenti kargaşanın ikiz kardeşi”dir. Ve genellikle “sukut ikrar’dan gelir”. Haksızlıklar karşısında susmak da dilsiz Şeytanlıkla ifade edilir bizim geleneğimizde.   Bazı gerçekler karşısında gözünüzü kapatırsanız gerçek yok olmuyor, aksine daha cür’etkar hale geliyor. Kötüler görmezden geliniyor, hesap sorulmuyorsa, başkaları da bu kervana katılıyor. Ölü yüzü pudralayarak, ölüyü diriltemezsiniz, sadece kendinizi kandırırsınız.   Deterjan reklamı yaparak, hadiseleri köpürterek, belki bir süre için insanları oyalayabilirsiniz, ama sonra faturasını iki katıyla ödersiniz. Gelecek günler geçen günleri aratır. Gazze’de yaşananlar önümüzde dururken,, siyasi emellerini uluslararası sistemin emelleri ile tevhid edip, şahsi çıkarlarını onların çıkarları ile ilişkilendiren içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden Allahın gazabına uğramamak için olup bitenlere karşı, elimizle bir şey yapamıyorsak, hiç olmazsa dilimizle ve kalbimizle olanlara karşı isyan etmemiz, sesimizi yükseltmemiz gerek.   Bugünlük de bu kadar. Selam ve dua ile..