Barışın Perde Arkası | Dr. Murat Onaran

Misafir Kalem

BARIŞIN GÖLGESİNDE: İSRAİL’İN YENİ BARIŞ PLANI, FİLİSTİN’İ BEKLEYEN TEHLİKELER VE BÖLGESEL DENGELERİN FELSEFİ-ANALİTİK DEĞERLENDİRMESİ
Dr. Murat ONARAN
Ortadoğu’da “barış planı” kavramı tarihsel olarak daima iki farklı anlam taşımıştır: Batı’nın ve özellikle ABD’nin diplomatik çıkar alanlarını koruma projesi ile bölge halklarının adalet ve bağımsızlık arayışını aynı kelime altında toplama çabası. İsrail’in son dönemde gündeme getirdiği yeni barış planı da bu ikili doğanın izlerini taşımaktadır. Görünürde “kalıcı barış” vurgusu yapan plan, arka planda hem jeopolitik hem de ideolojik bir yeniden şekillendirme sürecini içermektedir. Bu makalede İsrail’in bu plan üzerinden kurguladığı muhtemel perde arkası stratejiler, Filistin’i bekleyen riskler ve arabulucu ülkelerin alması gereken tedbirler analitik ve felsefi bir perspektifle ele alınacaktır.

Tarihsel Arka Plan: İsrail Stratejisinin Sürekliliği

İsrail’in güvenlik politikası, kuruluşundan bu yana üç temel eksende şekillenmiştir:
(a) askeri caydırıcılık,
(b) stratejik bölgesel üstünlük,
(c) uluslararası meşruiyetin ABD aracılığıyla korunması.

1948’den itibaren her barış girişimi, görünürde çatışmasızlık hedeflerken, gerçekte Filistin’in siyasal kapasitesini sınırlamaya dönük olmuştur. 1993 Oslo Anlaşmaları, 2000 Camp David görüşmeleri ve 2020 Abraham Anlaşmaları bu stratejinin sürekliliğini açıkça göstermektedir.

Oslo süreci, Filistin’e sınırlı özerklik tanırken İsrail’e güvenlik denetimi kazandırmış; Camp David ise bu denetimi genişletmiştir. 2020 sonrası Abraham Anlaşmaları, İsrail’in Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirerek Filistin meselesini bölgesel gündemin dışına itmiştir. Bu tarihsel örnekler, İsrail’in diplomasi stratejisinde “barış” söyleminin araçsallaştırıldığını göstermektedir.

ABD’nin desteği bu noktada belirleyicidir. Washington yönetimi, İsrail’in güvenlik önceliklerini kendi Orta Doğu stratejisinin bir uzantısı haline getirmiştir. Askerî yardımlar, teknoloji transferleri ve BM’deki diplomatik koruma mekanizmaları, İsrail’in bölgedeki konumunu pekiştiren temel unsurlardır. Böylece İsrail, barış süreçlerini kullanarak hem uluslararası meşruiyet hem de bölgesel üstünlük sağlamıştır.

Güncel Barış Planının Görünmeyen Yönleri

Yeni barış planı, yüzeyde iki devletli çözüm idealine yaslanmakla birlikte, harita ve yönetim düzenlemelerinde Filistin’i coğrafi ve idari olarak parçalı bir yapıya mahkûm etmektedir. Filistin toprakları, Batı Şeria’da askeri güvenlik bölgeleri ve kontrol noktalarıyla bölünmekte; Gazze ise deniz, hava ve kara sınırlarında tamamen kuşatma altında tutulmaktadır. Bu durum, 20. yüzyıl Güney Afrika’sındaki apartheid rejiminin “bantustan” modelini hatırlatmaktadır.

Ekonomik düzeyde ise plan, bağımlılığın kurumsallaşması anlamına gelmektedir. İsrail, Filistin ekonomisini enerji, su ve gümrük mekanizmaları üzerinden denetim altında tutmaktadır. Filistin’in ihracat ve ithalat politikaları fiilen İsrail’in iznine bağlıdır. Bu ekonomik bağımlılık, “barış sonrası ekonomik kalkınma” adı altında daha kalıcı hale gelebilir. ABD’nin mali yardımları ise İsrail’in onayıyla yönlendirilecek, böylece Filistin modern bir vesayet rejimi altında yaşayacaktır.

Ayrıca, bu planın en kritik yönlerinden biri, dijital gözetim stratejisidir. İsrail, istihbarat teknolojileri (özellikle siber güvenlik sistemleri) aracılığıyla Filistinlilerin ekonomik, sosyal ve politik faaliyetlerini izleyebilecek kapasitededir. Bu, gelecekte “barışın güvenliği” gerekçesiyle meşrulaştırılacaktır.

Filistin’i Bekleyen Tehlikeler

Yeni planın uygulanması halinde Filistin’i dört temel yapısal tehlike beklemektedir:

    Siyasal Egemenliğin Erozyonu: Filistin, nominal olarak devlet statüsüne sahip olsa da dış politika, savunma ve sınır kontrolü gibi egemenlik unsurlarını yitirecektir. Bu, “devlet var ama iktidar yok” biçiminde tanımlanabilecek postkolonyal bir durum yaratır.

    Toprak Parçalanması ve Demografik Baskı: Yerleşim politikaları sürerse, Filistin toprak bütünlüğü kalıcı biçimde bozulur. Yahudi yerleşimlerinin artışı, nüfus dengesini değiştirerek Filistin’in kendi topraklarında azınlığa dönüşmesine yol açabilir.

    Ekonomik Bağımlılık: Gümrük gelirleri, ticaret rotaları ve altyapı sistemleri İsrail denetiminde kaldığı sürece Filistin ekonomisi bağımsız politika üretemeyecektir.

    Kimliksel Aşınma: İsrail’in kültürel entegrasyon politikaları, Filistin kimliğini “yerel otonom kültür” düzeyine indirgeme potansiyeli taşımaktadır.

Tüm bu unsurların birleşimi, Filistin’i sembolik bağımsızlık altında bir ekonomik ve kültürel koloniye dönüştürme tehlikesini barındırmaktadır.

Arabulucu ve Garantör Ülkeler İçin Öneriler

Bölgesel barışın adil ve kalıcı olabilmesi için, arabulucu ülkelerin sadece diplomatik değil, ekonomik ve kültürel alanlarda da aktif stratejiler geliştirmesi gerekiyor. Türkiye, Katar, Mısır ve Ürdün gibi aktörler aşağıdaki politikaları benimsemelidir:

Çok Kutuplu Diplomasi: ABD’nin tek taraflı arabuluculuk rolü dengelenmeli; AB, Çin ve Rusya gibi aktörlerle yeni diplomatik formatlar oluşturulmalıdır.

Filistin Kalkınma Fonu: Filistin’in su, enerji, tarım ve dijital altyapısına doğrudan yatırım yapacak bağımsız bir bölgesel fon kurulmalıdır. Bu fon, İsrail’in onay mekanizmalarına tabi olmamalıdır.

Hukuk ve Hesap Verebilirlik: İsrail’in işgal ve yerleşim faaliyetleri, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) ve BM nezdinde sürekli raporlanmalıdır. Bu hukuki baskı, diplomatik dengeyi sağlayabilir.

Kültürel Direnç Politikası: Filistin kimliği, eğitim, medya ve sanat alanlarında desteklenmelidir. Arendt’in belirttiği gibi “kültür, bir halkın varlığını sürdüren hafızadır”; bu nedenle kültürel destek, politik dayanıklılığın ön koşulu olmalıdır.

Felsefi-Analitik Değerlendirme

Felsefi açıdan bu barış planı, Immanuel Kant’ın “Ebedi Barış” idealinden çok, Carl Schmitt’in “dost-düşman ayrımı” paradigmasıyla açıklanabilir. İsrail’in barış anlayışı, düşmanlığı ortadan kaldırmak için değil, yönetilebilir hale getirmek içindir. Böylece barış, adaletin değil, kontrolün aracı haline gelir.

Hannah Arendt’in “güç ve iktidar” ayrımı açısından bakıldığında İsrail, güç kullanımını meşruiyetle eşitlemekte, böylece Filistin’in direnişini “düzensizlik” olarak tanımlamaktadır. Bu, politik olarak “güçlü olanın barışı” anlamına gelir. Frantz Fanon’un sömürge sonrası analizleri, Filistin’in durumuna doğrudan ışık tutmaktadır: Egemenin diliyle konuşmak zorunda kalan halk, kendi adalet kavramını da dışsallaştırır.

Habermas’ın iletişimsel eylem kuramı çerçevesinde ise bu plan, diyalog değil, tek yönlü bir bildirimdir. Taraflar eşit özne olarak müzakere etmediği sürece, iletişimsel rasyonalite yerini stratejik manipülasyona bırakır. Böyle bir barışın sürdürülebilirliği yoktur.

İsrail’in barış planı, yüzeyde kalıcı istikrar vaadi taşırken, derin yapıda Filistin’in siyasal öznesini sınırlandıran bir projedir. ABD’nin desteğiyle şekillenen bu süreç, Ortadoğu’da “güç temelli barış” anlayışının devamıdır. Filistin açısından bu plan, devlet olma idealinin simgesel bir forma indirgenmesi anlamına gelmektedir.

Filistin yönetimi, arabulucu ülkeler ve uluslararası toplum için bu süreç, sadece diplomatik bir mesele değil, ahlaki bir sınavdır. Gerçek barış, sessizlik değil, adaletin kurumsallaşmasıdır. İsrail’in güvenlik merkezli paradigması dönüştürülmedikçe, bölgesel barış yalnızca yeni biçimlerde çatışmanın ertelenmesi olacaktır.

Son tahlilde, barışın hakikatle bağının yeniden kurulması gerekir. Güç, hakikatin yerine geçtiğinde, barış bir “sömürge sessizliği”ne dönüşür. Kalıcı çözüm ancak Filistin halkının özne olarak tanındığı, adalet merkezli bir düzenle mümkündür. VESSELAM…

Dr. Murat ONARAN
11.10.2025

Kaynakça (Seçme Kaynaklar):

Chomsky, N. (2012). Middle East Illusions. Rowman & Littlefield.

Said, E. W. (1994). The Politics of Dispossession. Vintage.

Pappe, I. (2006). The Ethnic Cleansing of Palestine. Oneworld.

Smith, C. D. (2021). Palestine and the Arab-Israeli Conflict. Bedford/St. Martin’s.

Fanon, F. (1961). Les Damnés de la Terre. Paris: Maspero.

Arendt, H. (1970). On Violence. Harcourt.

Habermas, J. (1984). The Theory of Communicative Action. Beacon Press.

UN Reports on the Situation in the Occupied Palestinian Territories (2023–2025).