YERLİ VE MİLLİLİĞE BİR DE ŞÖYLE BAKALIM!
Yerli ve milli olmayı önemseyen birisi olarak, bu yazıyı kaleme almayı çok düşündüm. Anlaşılıp anlaşılmaması endişesi hissetmedim. Düşündüğüm şey makalemizin içinde dile getireceğimiz hususları “art niyetlere malzeme edilmesi” endişesidir. Neden derseniz şöyle açıklayayım kısaca ve sonrasında geniş izahına başlayayım: Yerli ve millilik demek, farklı kültürlerde olan Müslüman kardeşlerimize karşı düşmanlık yapmak değildir. Aksine kendi değerlerimizin üzerinde yükselerek tüm ümmete ve insanlığa koşabilmektir. Tabi ki anlayanlar için!
Evet, yerli ve milli; bu toprakların kültüründen, tarihinden ve değerlerinden doğan, aynı zamanda milletimizin ortak kimliğini ve idealini yansıtan türlü düşünceler, duruş ve üretimleri ifade eder. Yerli olmak köklerimize dayanmayı, milli olmak ise bu köklerden beslenen ortak hedeflere birlikte yürümeyi anlatır. Bu nedenle ‘yerli ve milli’, hem kültürel aidiyeti hem de toplumsal birliği aynı anda taşıyan kapsamlı bir ruhun adıdır.”
“Yerli ve milli, bu toprakların sesini, kokusunu ve ruhunu içinde taşıyan; geçmişimizin izlerini geleceğimizin ufkuna bağlayan bir kimlik neferliğidir. Yerli olmak, köklerimizin bize fısıldadığı gerçeklere kulak vermektir; milli olmak ise o gerçekleri ortak bir iradede buluşturup yürüdüğümüz yolu birlikte aydınlatmaktır. Bu yüzden ‘yerli ve milli’, hem ait olduğumuz yerin hem de birlikte yürüdüğümüz idealin adıdır.”
İslam’ın Perspektifinden Yerli ve Milli Olmak
Yerli ve milli olmak, yalnızca kültürel bir aidiyet değil; İslam’ın insana yüklediği emanet, sorumluluk, adalet ve birlik ilkeleriyle de doğrudan ilintilidir. Çünkü Müslüman, yaşadığı toprağı Allah’ın bir nimeti, içinde yaşadığı milleti de bir imtihan alanı ve kardeşlik halkası olarak görmelidir, bilmelidir. Bu yüzden kendi toplumumuzun kadim ve değerli değerlerine sahip çıkmak, onları yaşatmak ve güçlendirmek, İslam ahlakının gereğidir.
İslam’a göre yerli olmak, insanın bulunduğu coğrafyanın kültürünü, örfünü, tarihsel hafızasını ve toplumsal ruhunu korumasıdır; yani Allah’ın ona lütfettiği kimliği reddetmeden onurlandırmasıdır. Çünkü her millet, Allah’ın takdir ettiği bir “kabile”dir El Hucurât suretinin 13. Ayetinin anlamı şöyledir: “Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah nezdinde en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır.”
Bu kabileyi sevmek, saymak ve onun iyiliğini istemek, kavmiyetçilik değil; doğru niyetle yapıldığında emanet bilincidir.
Milli olmak ise, aynı değerleri paylaşan bir toplumun birlik ideallerine, ortak yaşanamışlıklara ve müşterek geleceğine sahip çıkmaktır. İslam, “müminler ancak kardeştir” buyurarak (El Hucurât/10) millet olmanın en güçlü temelini atar. Birlik, bu kardeşliğin en görünür halidir; ayrılık ise zayıflığın başlangıcıdır. Kur’ân’da anlam olarak, “Allah ve Rasûlüne itaat edin, birbirinize düşmeyin, sonra zayıflarsınız ve zaferi elden kaçırırsınız.” (El/Enfâl/46) buyurularak toplumların neden çöktüğünü ve nasıl güçleneceğini açıkça bildirir.
Birlik, Huzur ve Güç Açısından Yerli ve Milli Duruş
Yerli ve milli duruş, toplumun köklerini sağlamlaştırır; çünkü insanlar kendilerini ait hissettikleri değerlerle güç bulur, kimliğini koruyan bir millet dış etkilere karşı daha dirençli olur. Değerleri güçlü olan toplumlar hem içeride huzurlu hem dışarıda itibarlı olurlar.
İslamî perspektifin bize öğrettiği şudur: Kendi değerlerine sahip çıkan milletler ayakta kalır; başkalarının değerlerinin taklitçisi olanlar ise çözülür.Bu yüzden yerli ve milli duruş, bir milletin hem dünyevi hem manevi istikametini belirleyen bir pusuladır.
Ayrıca, adalet, merhamet ve dayanışma hem İslam’ın değerleridir hem de milli birlik için olmazsa olmazdır. Bir toplumda zulüm yayılırsa, kibir çoğalırsa, insanlar birbirine yabancılaşırsa; o ülke yerli ve milli görünse bile içten çürür. Yalan, iftira, bühtan, fesat, kin, nefret, hurafecilik, mal ve makam düşkünlüğü ve maalesef uçkur düşkünlüğü ve bunları -kendilerince çaktırmadan- yapmak, ortada ne birlik ne dirlik ne kardeşlik ne dini hukuk anlayışı ortada bırakmaz. Oysa Kur’ân’ın çizdiği/emrettiği toplumsal modelde huzur, güven, kardeşlik ve üretkenlik vardır. Bu açıdan bakıldığında:
*Yerli olmak kimliğini korumaktır.
*Milli olmak kardeşliğini güçlendirmektir.
*İslamî olmak her ikisini de Allah’ın rızasına uygun şekilde yaşamaktır.
Yani aslında demek istiyorum ki, İslam’ın perspektifinden yerli ve milli olmak; bu milletin kimliğini onurlandırmak, değerlerini yaşatmak, birlik ve kardeşliği güçlendirmek, adalet ve merhameti topluma hâkim kılmak ve bu topraklarda yaşayan herkesi bir emanet bilip onların iyiliğini istemektir. Böyle bir duruş hem milletin ruhunu ilaç olup diri tutar hem de huzur ve güç doğurur.
Yerli ve Milli Duruş, Ümmeti Yok Saymak Değildir
Aksine ümmetin bir parçası olduğunu bilmek demektir. Öncelikle şunu açıkça ortaya koymamız gerekir: Yerli ve milli olmak; başka ülkelerdeki Müslümanları, ümmetin alimlerini ve ilim ehli kardeşlerimizi küçümsemek, yok saymak veya reddetmek demek değildir.
Çünkü böyle bir iddia, İslam’ın en temel ilkesi olan ümmet bilinci ile çelişir. İslam’a göre her Müslüman; kendi vatanının emanetini taşır, kendi milletinin sorumluluğuna sahiptir ve aynı zamanda ümmet adlı büyük ailenin de bir ferdidir.
Kur’ân, Müslümanları “tek bir kardeşlik halkası” olarak tanımlar (El Hucurât/10). Peygamber Efendimiz Aleyhisselam, müminleri “bir bedenin organları” olarak tarif eder. Dolayısıyla yerli ve milli olmak, bu büyük bedendeki “kendi azamızı” korumak ve güçlendirmek anlamına gelir; diğer azaları yok saymak değil.
Peki Yanlış Anlama Nereden Doğmaktadır?
Bazı insanlar, yerli ve milli olmayı kendi milletini kutsamak, diğer Müslümanları küçümsemek veya yabancı alimleri değersiz görmek olarak yorumluyor. Bu bakış hem İslam’ın ruhuna hem de sahih ilim geleneğine aykırıdır. Çünkü evvela İslam ilmi hiçbir zaman “yerli/milli sınırlar” içinde hapsedilmemiştir. İmam Buhari Buhara’dandır, İmam Şafiî Gazze doğumludur, İmam Malik Medinelidir, İmam Gazali Tûs’ludur. Lakin yazdıkları eserler tüm ümmetin malıdır. Onlara “bizim değil, yabancı alim” demek olur mu? Elbette hayır. Çünkü ilim, menşeine değil hakikatine göre değerdir. Bunun aksini iddia eden için çok açık şekilde şunu söyleyebilirim: Bu insanlar fitnecidir, yalancıdır, bozguncudur. Aynı zamanda ahlaksızdırlar. Çünkü söylediklerimizin aksini inatla savunanlar “birlik, beraberlik, dirlik ve huzuru” istemeyen müfteri ve müflislerdir.
İkinci bir nokta ümmet bilinci milliyetçiliği yok etmez; milliyetçiliğin taşkınlığını dizginler. İslam, insanın kendi kavmini sevmesini reddetmez. Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Kişinin kavmini sevmesi cahiliyet değildir; cahiliyet olan, kavmi için zulmetmesidir.”
Yani “yerli ve milli olmak” sorun değildir, başkalarını yok sayacak kadar taşkın bir milliyetçilik sorun olur.
Üçüncü bir nokta ise yerli ve milli duruş, ümmete katkı üretme sorumluluğunu artırır. Kendi milletini güçlendiren bir Müslüman, aslında ümmete de güç kazandırır. Zayıf bir millet, ümmete yük olur; güçlü bir millet, ümmete omuz olur. Osmanlı ve Selçuklu atalarımızı hatırlamanız ne demek istediğimi daha da belirginleştirir. Bu nedenle yerli ve milli olmak, ümmeti reddetmek değil; ümmete destek olmanın en sağlıklı yoludur.
Kısaca şöyle dersek yanlış olmaz: “Yerli ve milli olmak; ümmetin geri kalanını yok saymak değil, kendi köklerini sağlamlaştırarak ümmete daha güçlü bir şekilde bağlanmaktır. Yerli olan kimliğini inkâr etmez; milli olan kardeşliğini unutturmaz. İslam’ın perspektifinde, kendi milletine sahip çıkmak ümmete sırt dönmek değil; ümmet ağacının bir dalını güçlendirmektir.”
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN-Eğitimci Sosyolog