YERLİ VE MİLLİ OLMAYAN YAPILANMALARIN AKIBETİ!
Sosyolojik Bir KaçınılmazlıkDevlet, yalnızca coğrafi sınırlarla belirlenmiş bir toprak bütünlüğü olmayıp; aynı zamanda bilgi güvenliği, toplumsal düzen, kültürel kimlik ve siyasi egemenlik gibi temel unsurlar üzerine inşa edilmiş karmaşık bir üst yapıdır. Yani insanoğlunun en üstteki örgütlenme etkinliği ve bütünlüğüdür. Bir devletin varlığını sürdürebilmesi ve bekasını sağlayabilmesi, kendi içindeki tüm yapılanmalarla etkili biçimde iletişim kurabilmesine, bilgi akışını ve güvenliğini sağlayabilmesine bağlıdır. Bu anlamda, devletin “haber alma” ve “haberdar olma” refleksi, onun sağduyusunun ve egemenliğinin somut bir göstergesidir. Yazımız, ulusal aidiyeti zayıf ya da dış merkezli yapılara karşı devlet reflekslerinin neden kaçınılmaz olduğunu, çeşitli ülkelerdeki güncel örneklerle analiz edecek; bu tür yapıların neden uzun vadede sürdürülebilir olamayacağını ortaya koyacaktır. Devletin Dokusu ve Bilgi Egemenliğindeki Şahsı Manevisi Devletin görünmeyen ama tüm kurumsal işleyişini yönlendiren manevî dokusu, otoritenin merkezîleşmesini ve güvenliğin önceliklendirilmesini esas alır. Modern devletlerde “bilgi”, yalnızca öğrenme amacıyla değil; yönlendirme, denetleme ve gerektiğinde engelleme aracı olarak stratejik bir kaynak niteliğindedir. Artık devletler fiziksel sınırları değil, dijital sınırları ve bilgi alanlarını korumak için stratejiler geliştirirler. Bu bağlamda, devletten bağımsız, dış etkilere açık ve denetim dışı kalan her türlü yapı, ulusal güvenlik açısından riskli bir alan olarak değerlendirilir. Ulusal Aidiyetten Uzak Yapılanmaların Tanımı “Yerli” olmak, bir yapının bulunduğu toplumun kültürel, tarihsel ve sosyolojik yapısıyla uyum içinde olması anlamına gelirken; “milli” olmak, bu yapının o devletin egemenlik anlayışıyla çatışmadan, ortak değerlerle hareket etmesini ifade eder. Buna göre ulusal aidiyet taşımayan bir yapılanma genellikle şu özellikleri gösterir:
Dış merkezli fonlara veya ideolojik kaynaklara bağımlılık,
Anayasal düzenle uyumsuz, paralel bir yapılanma arzusu,
Kamusal denetimden uzak durma çabası,
Liyakat yerine sadakati esas alan kapalı bir yapı anlayışı.
Bu tür organizasyonlar, toplumsal bağ kurma ve meşruiyet sağlama becerisinden yoksun oldukları için uzun vadede işlevsiz hale gelirler.
Küresel Örneklerle Çözülme Süreci Gölge Devlet Yapılanmaları:
Güneydoğu Asya’dan Orta Avrupa’ya
Bazı ülkelerde eğitim, yardım veya dini hizmetler bahanesiyle örgütlenen ve paralel devlet yapılanmalarına yönelen yapılar, zamanla devlet içinde alternatif bir otorite oluşturma çabasına girmiştir. Bu tür yapılar, örneğin Güneydoğu Asya’daki bazı dini yapılanmalar ya da Orta Avrupa’daki dış kaynaklı medya-ideoloji grupları gibi, devletin bilgi egemenliğine karşı ciddi tehditler oluşturmuştur.
Lakin çoğu örnekte, bu yapılar ya devletlerin sistematik operasyonlarıyla dağıtılmış ya da kendi içlerindeki güç mücadeleleriyle çözülmüştür. Burada belirleyici olan, devletin “gecikmeyen refleksi” olmuştur.
Etnik Ayrılıkçılıklar ve Ulus-Ötesi MüdahalelerOrta Doğu, Kafkasya veya Afrika’da görülen bazı etnik temelli örgütlenmeler, dış istihbaratların ve siyasi projelerin etkisiyle bölgesel istikrarsızlık üretmiştir. Ancak bu yapılar, halkla yeterli bağ kuramadıklarında ya da dayandıkları dış güç desteğini kaybettiklerinde, kısa sürede ya çözülmüş ya da başka kılıklara bürünmek zorunda kalmıştır.
Bu süreçlerde devletlerin iş birliği, güvenlik ittifakları ve uluslararası diplomatik refleksleri etkili olmuştur.
Dijital Platformlarda Görünen Sivil Toplumun Gölge/Sahte YüzüKüresel ölçekte, özellikle sosyal medya üzerinden örgütlenen bazı sözde sivil toplum hareketleri; toplum mühendisliği faaliyetlerine girişmiş, geleneksel değerlerle çatışan söylemler üretmiş ve dış fonlarla ayakta kalmıştır. Bu tür yapılanmalar örneğin Avrupa’nın bazı büyük kentlerinde, Orta Amerika’da veya Güney Afrika’da görülebilmektedir.
Ancak bu yapılar, toplumun genel refleksleriyle çeliştiklerinde ya marjinalleşmekte ya da kendi içlerinde parçalanmaktadır. Zira şeffaflık ve meşruiyet eksikliği, onları uzun vadede sürdürülemez kılmaktadır.
Devletin Refleks Mekanizması Çok Güçlüdür Devletin güvenlik refleksi, genellikle üç aşamalı bir sistemle işler:1-İstihbarat Toplama,
2-Toplumu Bilgilendirme,
3-Hukuki Müdahale ve Yapısal Dağıtım.
Bu süreçler sadece fiziksel müdahaleyle değil; kamu diplomasisi, medya politikaları ve kültürel programlarla desteklenir. Ulusal güvenliğe tehdit oluşturan yapılar, bu refleks mekanizmasında genellikle şeffaflık ve meşruiyet testlerinden geçemez.
Bu Yapılar Neden ve Nasıl Yok Olurlar?Ulusal aidiyet taşımayan yapılanmaların dağılması bazı sosyolojik zorunluluklara dayanır:
1-Meşruiyet Sorunu:
Devletin bilgisi ve denetimi dışında kalan/kaldığı sanılan, halkın güvenini kazanamayan her yapı, zamanla görünürlüğünü ve etkisini yitirir.
2-Kültürel Bağların Olmayışı:
Bulunduğu toplumun değerlerinden uzak duran bir yapı, halkla kalıcı bağ kuramaz. Halkı benimsemeyen, kültürü göz ardı eden, halkın ve devletin meşruiyetle birlikte egemenliklerini tanımayan her yapının ömrü Adana’ya yağan karın yerde kalma süresi kadardır.
3-İçsel Zayıflıklar:
Liderlik kavgaları, çıkar çatışmaları ve sadakat krizleri bu yapıların kaçınılmaz sondur. Koltuk, para, şehvet, ego, kibir ve cehaletin ayyuka çıkmış hali zayıflığın temel sebepleridir.
4-Devletin Sistematik Refleksi:
Egemenliğe yönelmiş her tehdit, gecikmeden analiz edilir ve etkisizleştirilir. Bu refleks evrensel ve tarihsel bir normdur. Kimse buna engel olamaz.
Yani nihayetinde diyebiliriz ki;
ulusal aidiyeti olmayan, dış güdümlü, toplumla sahici bağ kuramayan hiçbir yapılanma uzun vadede kalıcı olamaz. Devletler, sahip oldukları bilgi egemenliği ve stratejik refleks kabiliyeti sayesinde bu tür yapıların hem içsel çelişkilerini hem de dış bağlantılarını çözümleyerek müdahale ederler. Etmesi de gerekir. Hatta etmesine de engel olacak hiçbir mekanizma geliştirilememiştir.
Tarihsel ve güncel örnekler göstermektedir ki, hangi coğrafyada olursa olsun, devletin içinde veya çevresinde örgütlenen; fakat ulusal bütünlük, kültürel uyum ve meşruiyet kriterlerinden uzak duran her yapı ya zamanla çözülmüş ya da kendi iç krizleriyle yok olmuştur.
Bu bir tercihten çok, sosyolojik bir zorunluluktur: Aidiyet taşımayan hiçbir yapı hayatta kalamaz.
Gökmen CAN
(Eğitimci Sosyolog)