Olay İçinde Olay!

Gökmen CAN | Eğitimci | Sosyolog

OLAY İÇİNDE OLAY  Son dönemlerde kime ya da kimlere inanacağız veya nasıl inanacağız şeklinde endişelerle boğuşmaya başladık. Bazen neredeyse tuş olma durumuna geliyor olsak bile, hakikatlerin yiğitliğiyle, hemen o endişe veren durumdan kurtulup iki puan alma pozisyonuna geçebiliyoruz. Bu da önemli bir nimet ve ganimet olarak hanemize yazılıyor.
   Bu girişten sonra nasıl devam edeceğimi ben de şaşırmış bir halde devam ediyorum. Aslında asıl maksadım, son iki gündür ülke gündemini sarsan (sarsması istenilen/öyle gösterilmeye çalışılan/provoke edilen) konularla ilgili “yapay zeka” ile tabiri uygun ise görüş alışverişinde bulundum ve bununla ilgili ana hatları sizlere sunmak. Ama öncesinde de “kıymetli dost, aziz insan” ile de konuya bir girizgâh yapmıştık. Lakin öyle noktalara geldi ki konu, teknolojik noktanın, bugünün insanlarına verecekleri tepkileri bile önceden hesaplamalarla verdirdiği, doğallıktan yapaylığa uzanan bir inorganik kişilik ve akli muvazenenin yitirilmesi bahsi açıldı. Korkunç mu? Evet, vallahi çok korkunç. Nasıl ve neden derseniz? Yahu, en önemli ve en hassas, duygusal ve imanî meselelerde bile verilecek tepkilerin yönlendirilmesini doğallıktan uzaklaştırarak yapay mecralardaki makine yönlendirmeleriyle verecek insanların çoğalması demek; kültür, inanç, özgünlük ve değerlerin ağır yara aldığı anlamına gelir ki bu da S.O.S demektir.
   Efendimizin şahsı manevisine hakaret etmek, Ona müntesip olanlarla alay etmek, inanç sahiplerini ötekileştirip hem rol modelle ve hem de intisap edenlerle alay etmek ancak ve ancak kaos çıkartmayı amaçlayan bir hareketliliktir.
  Hayatta hiçbir şeyin rastlantısal olacağına inanmayan biriyim. Hele ki devlet işlerinde meydana gelen durumlar zinhar habersiz, plansız ve programsız olamaz. Nereden biliyorsun hocam diye de sorarsanız çok değil son yüz elli yıllık Orta Doğu ve Arap Coğrafyasına bakmanızın yeterli olacağını söylerim size. Sözlerin unutulduğu, gözlerin bıçak kesildiği, karınların doymadığı, kan içmelerin insanları rahatlatmadığı bir dünya üzerinde, bu saydığımız yerlerde değil sadece, tüm arzda mümkün olmadığını gün gibi önümüzde görüyoruz.
   Her dönemde olduğu gibi yine “akil ve selim akıl” sahipleri mevcut şu hayatta. Mesleği, eğitimi, diploması ya da icazetleri önemli olmadan halkın önünde “kanaat sahibi” olarak görülen/bilinen kimselerin varlığı belki de frene bastırıyor. Fransa’da yapılan hadsizliğin bir devamı yani artçısı olarak da sunulmaya çalışılan bilmem ne dergisinin karın ağrısına iyi gelecek ilaç reçetesini önümüze gelenden almaya kalkarsak hafazanallah çok kötü sonuçlara maruz kalabiliriz. Yani, kimin neden yaptırdığına bakmadan, derinliğe inmeden, anlık tepkilerle, kâr zarar analizi yapmadan, sermayeyi kediye yükleme mantığıyla yapacağımız davranış ve buna bağlı modellemeler, kaş yapayım derken göz çıkartılmasına neden olabilir. Sakın bu cümlelerden sonra kimse Donkişot olmaya kalkışıp da ileri geri laf etmesin. Yani bazı olaylara hâkim olmak, dağda koyun otlatmaktan daha kolay bir husus değildir. Koyun otlatmanın da kendine göre bir yöntemi ve hassasiyeti var ise devlet ve yapısının korunup devam ettirilmesinin nasıl bir raconu olmaz ki? İlla ki vardır. Biz de devletimizin her daim yanındayız; ölümse ölüm, gülümse gülüm.  Efendimize yapılan değil, tüm peygamberlere yapılan hadsizlik ve saygısızlıklara karşıyız. Tüm peygamberler Allah’ı tevhid için gönderilmiştir. O ki her şeyi yoktan var etmiştir. Her şeyin malikidir.

Hayat ölçüsü olarak O’nun koyduğu nizamı benimseyerek sürdüreceğimiz yaşamın akîbeti de salahiyet olacaktır. Yeter ki aklı ve kalbi birlikte hareket ettirelim. Her ikisinin birbirinden bağımsız fevri hareket etmesine göz yumup yancı olmayalım. Çünkü yapılacak yancılık, daha sonrasında bilgisiz fikirlerin boğumuyla nefessiz bırakır insanı.
   Demem o ki; önce düşün, sonra düşün, daha sonra yine düşün, sonra yine düşün ve en sonunda da yakışan şekliyle “de, deyivereceğini” derim. Çünkü toplum olarak her geçen gün daha karmaşık bir bilgi, tepki ve yönlendirme ağına maruz kalıyoruz. Gündemlerin hızla değiştiği, hakikat ile kurgu arasındaki sınırların bulandırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Bu nedenle kişisel olarak hem aklımızı hem kalbimizi birlikte çalıştırmak, sadece görünen değil, görünmeyen niyet ve yapıları da sorgulamak zorundayız.
  İnanca, değerlere, örf ve kültüre yapılan saldırılar çoğu zaman tesadüf değil, bilinçli bir kaos mühendisliğinin ürünüdür. Bu saldırılara karşı gösterilecek tepkilerin de bilinçli, ölçülü ve sahih kaynaklardan beslenmesi gerekir. Duygusal refleksle değil, hikmetli bir duruşla hareket etmek hem kişisel hem toplumsal sağduyunun sigortası olacaktır.
  Son tahlilde mesele; sadece bir olayın kendisi değil, o olayın arkasındaki niyeti ve hedefi görebilme ferasetidir. Bu feraseti diri tutan ise düşünmeyi alışkanlık, sormayı ahlak, sorumluluğu da iman bilen insanlardır. Kalbimizi köreltmeden, aklımızı kirletmeden ve vicdanımızı susturmadan yaşamayı seçmeliyiz.
   Kalın sağlıcakla… Gökmen CAN Eğitimci Sosyolog