KUSUR GÖRENİNDİR PİRDAŞ!
KUSUR GÖRENİNDİR PİRDAŞ
(Sosyolojik, Psikolojik ve Tasavvufi Bir Derinlik Araştırması)
İnsan, yaratılış itibarıyla eksik fakat tamamlanmaya meyyal bir varlıktır. Bu yüzden kusur görme hâli çoğu zaman, kişinin kendi içindeki boşlukları fark edememesinin dışa yansımasıdır. Yüzyıllardır tasavvuf ehlinin dillerde dolaşan sözü, “Kusur görenindir” sadece bir ahlak uyarısı değildir; aynı zamanda psikolojik, sosyolojik ve ontolojik bir derinliğin işaretidir.
Kusuru gören, hakikatte aynaya bakan kişidir. Gördüğü çoğu kusur, kendi içindeki kırığın dışa sızan görüntüsüdür. Çünkü göz, ancak içinde ne varsa ona benzeyen bir dış gerçekliği fark eder. Bu sebeple bu sözün kökeninden ziyade, insandaki içsel mekanizmalarla nasıl kesiştiğine dikkat etmek gerekir. Bilinçaltı, sosyolojik şartlanmalar, iletişim örüntüleri, kişilik yapıları ve ilme uygun yaşamama hâli, kusur görme eğiliminin temel kaynaklarıdır. İnsan kusur görmeyi bir alışkanlığa dönüştürdüğünde hem kendi kalbini karartır hem toplumdaki bağları gevşetir. Bu gevşeme çoğu zaman yıllar sürecek bir çözülmenin başlangıcıdır. Tarih bizi buna fazlasıyla şahit etmiştir.
Kusur Gören Nefs: Bilinçaltının Karanlık Odaları
Bilinçaltı, insanın başlangıçtan bugüne taşıdığı izleri saklayan dev bir depodur. Çocukluk yaraları, değersizlik hisleri, ebeveyn kalıpları, toplumsal yargılar… Hepsi bu deponun karanlık odalarında bekler. İnsan dünyaya bu odalardan süzülen bir gözlükle baktığında dışarıdaki her “kusur”, aslında içerideki gölgelerden yansıyan bir görüntüdür.
Psikolojideki yansıtma (projection) mekanizması, tasavvufun “kusur görenindir” hükmünün bilimsel karşılığı gibidir. Birini kibirli bulmamız, içimizde henüz tam çözemediğimiz bir kibir kırıntısından; birini bencil görmemiz, kendi benlik açlığımızdan; birini ukala sanmamız, kabul arayan iç sesimizden izler taşır. Tasavvuf ehlinin sözleri bu gerçeği ne güzel ifade eder:
– “Kendinde olmayanı başkasında göremezsin.”
– “Nefsin bilmediğini göz göremez.”
İç karanlık ne kadar genişse, insan o kadar kusur görür. Çünkü dışını aydınlatamayan, içini de aydınlatamaz. Eski izler ve yaşanamamış şeyler, dilimizden ve davranışlarımızdan “ben buradayım” diye ses verir.
Sosyolojik Bilinçaltı: Toplumun Giydirdiği Gözlükler
İnsan sadece kendi bilinçaltının değil, aynı zamanda toplumun bilinçaltının da ürünüdür. Ailenin, kültürün, mahallenin, eğitimin, medyanın ve politik atmosferin oluşturduğu bir gölge alan vardır. Bu alan birçok eğilimi tetikler:
-Kendine benzeyene merhametli, benzemeyene acımasız olma,
-Aynı kültürden olmayana kusur bulmayı kolaylaştırma,
-Kutuplaşmanın zihinleri ikiye ayırması,
-Ben merkezli grup bilincinin oluşması ve ötekini kusurlu kılması…
Tasavvufun “insan, insan olduğu için kabul görmeli” öğüdü, sosyolojinin hâlâ tam anlamıyla çözemediği bir erdemdir. Çünkü toplumun bilinçaltı arınmadan bireyinki de temizlenmez. Toplum, insanın aynasıdır; insan da toplumunkinin. Sufi mektepleri bu yüzden bireysel arınmayı toplumsal barışın temeli saymıştır. Bir dervişin kalbi ne kadar arınırsa toplumdaki fay hatları o kadar yumuşar.
İlimsizlikten Doğan Körlük: Bilgi Var, Hikmet Yok
İlim, insanı aydınlatmak için vardır; fakat bugün bilgimiz artarken hikmetimiz azalıyor. Çünkü bilgiyle amel etme köprüsü yıkılmış durumda. Bilinç var ama bilinç yönetimi yok. Bilgi var ama nefis muhasebesi yok. Eğitim var ama eğitim ahlakı yok. Çok okuma var ama olgunluk eksik.
Bu kopukluk, kusur görmeyi daha da kolaylaştırır. Çünkü amel edilmeyen bilgi, nefsin elinde bir kibir aracına dönüşür. İnsan bilir ama yumuşamaz; öğrendikçe tevazu sahibi olması gerekirken bilginin gücünü başkasına karşı bir sopa gibi kullanır. Tasavvuf bu hâle şöyle seslenir:
“İlim seni sende artırıyorsa, ilim değil nifaktır.”
İlmiyle amel eden kişi ise başkasının hatasında önce kendini görür: “Bu hata bende de var olabilir. O kardeşim bana aynadır.”
Kalpten Uzağın Dile Yakın Olması: İletişimde Kusur
Bugün insanlar çok konuşuyor fakat çok kırıyor. Çünkü iletişimin üç temel direği ya eksik ya hiç yok: Temiz niyet, Merhametli ifade, Duygusal olgunluk
Kusur arayan insanın iletişimi sorgulayıcı, hatta suçlayıcıdır. Sözü nereye çarpacağını hesaplamaz. Böyle insanlar konuşarak değil, konuşa konuşa tükenir. Tasavvuf ehli bu yüzden hatırlatır:
-“Her sözün doğrusu her yerde söylenmez; ama her söz doğru söylenir.”
-“Kalbe değmeyen söz, kulağa fazlalıktır.”
-“Hakikati arayan gönüller birleşir; kusur arayan gözler ayrışır.”
Kişilik Temelli Kusur Arayışı: İnsanın Gölgeleri
Bazı kişilik yapıları kusur bulmaya daha yatkındır:
-Mükemmeliyetçiler, kendi üzerlerindeki baskıyı başkasına yansıtır.
-Narsistik yapılar, başkasının kusurunu kendilerini yüceltmek için kullanır.
-Paranoyak eğilimli kişiler, eleştiriyi tehdit sayar ve savunma amaçlı kusur arar.
-Bağımlı kişilikler, kendi yetersizliklerini gizlemek için karşısındakini hatalı göstermeye yönelir.
Tasavvuftaki nefis mertebeleri öğretisi, modern kişilik psikolojisinin adeta ruhsal karşılığıdır. Nefis “emmare”den “levvame”ye yükseldikçe, kusur bulma ihtiyacı azalır. Kişi nefsini tanıdıkça başkasının kusuru manasını yitirir.
Tasavvufi Hakikatin Kalbe Dokunuşu
“Kusur görenindir” sözünün ardında büyük bir hakikat saklıdır: İnsan neye odaklanırsa ona dönüşür. Kusura odaklanan kusurlu olur. Güzelliğe odaklanan güzel olur. Merhameti gören merhametli olur. Nefsini tanıyan olgunlaşır. Sufiler şöyle der: “Bir insanın kusurunu görmen, gözündeki perdeyi gösterir.”
Perde kalktığında insanların hataları seni yaralamaz; bilakis nefis terbiyesinde bir basamak olur.
Toplumsal Huzurun Sırrı: Merhametli Bakışın Gücü
Toplumda insanlar birbirinin kusurunu aradıkça güven çözülür, bağlar kopar, gönüller arasında köprüler yıkılır. Aileler, dostluklar, gönüllü yapılar… Hepsi aynı zedelenmeden pay alır. Çünkü kusur bulmak iletişimi değil rekabeti artırır. Rekabet ise nefsi besler, kalbi zayıflatır. Tasavvufun toplumsal barışa dair iki sırrı vardır:
1-Kusur örtenin kusuru örtülür.
2-Kusur görenin nefsi büyür, gönlü küçülür.
Kusur aramayan insan düzeltmek için değil, birlikte yücelmek için yaklaşır. İşte huzur böyle gelişir.
Kendini Görenin Yolculuğu: İçsel Arınmanın Beş Adımı
Tasavvuf “kusuru görmeyi” inkâr etmek değil, onu hikmetle karşılamayı öğretir. Bu yolculuğun beş temel adımı vardır:
-Kusur gördüğünde önce kendine sor: “Bende bundan bir iz var mı?”
-Hata yapan kişiye merhametle yaklaş. İnsan olgunlaşmayı hatayla öğrenir.
-Nefsin hangi yarasının tetiklendiğini fark et. Hakikati güzellikle söyle.
-İncitmeden, edep ve şefkatle kalbini yumuşat.
-Kusuru değil, hikmeti gören gözler kazan.
Bu beş adım hem ilişkileri hem ruh sağlığını hem toplumun dokusunu iyileştirir.
Yani pirdaşlar sonuç olarak şöyle kısaltabiliriz: Kusur görenindir; çünkü insan kusuru çoğu zaman başkasında değil, kendi gözündeki perdede seyreder. Kusur görmek kolaydır; kusur örtmek olgunluktur. Kusur söylemek nefsi tatmin eder; kusur affetmek ruhu büyütür. Kusur aramak insanı küçültür; kusur anlamak insanı yüceltir.
Ve sufi hakikati der ki: “Kusur onda ise düzeltmek görevindir. Kusur sende ise susmak edebindir.”
Kusur görenindir pirdaş. Ayna temizlenirse dünya da berraklaşır.
Sağlıcakla kalalım…