JARGON (Yıkımın Süslü Kazması)
JARGON
(Yıkımın Süslü Kazması)
Jargon Kadim Kültürün Üzerine Döşenen Yabancı Laf TuğlalarıdırJargon… Ne de acayip, etkileyici, kullananını fiyakalı gösteren bir kelime değil mi? Aslına bakarsanız, hak ve hakikat penceresinden bakacak olursak kelimenin kendisi bile içimizde bir bulantıya mahal vermektedir. Yabancı kökenli, soğuk, yapay ve topluma yukarıdan bakan bir kelime. Anlamı ise basit: Belirli bir meslek, grubu veya topluluğun kendi aralarında kullandığı, çoğu zaman o yapının dışından olanın anlamadığı kelime ve ifadeler bütünüdür de diyebiliriz. Yani anlaşmaktan çok, dışlamayı hedefleyen bir dil oyunu.
Bizim memlekette ise “jargon” dediğinizde sadece meslek erbabının “argo dili” anlaşılmıyor; aynı zamanda bir tür entelektüel vitrin, yapay bir kimlik inşa aracı da devreye giriyor. Özellikle son yıllarda ülkemizde çokça rastlanan ve adeta “yalancı ve vampir” tiplilerin, sanki Türkçe kelimeler yetmiyormuş gibi, yabancı kökenli ifadelerle konuşmayı “aydın/entel olmanın” şartı zanneden bir kesim türedi. Üstelik bu tipler, kadim kültürümüzü, manevi değerlerimizi benimseyenleri de küçümsemeyi kendilerine sanki “ilk vazife” edinmişlerdir.
Artık öyle bir dönemde yaşıyoruz ki, birileri kendi milletinin kelimelerini konuşmaktan utanır hale geldi. “Merhaba” demek yerine “hi there”, “teşekkür ederim” yerine “thanks”, “görüşürüz” yerine “see you” demeyenlere enteresan bir düşünceyle bakıp neredeyse “ezikleme” yapmaya kalkmaktadırlar. Peki, yetti mi? Hayır yetmedi, bu yabancı kelimeleri kalkan yapıp, kadim kültürünü benimseyenleri ve savunanları da küçümsüyorlar. “Abi sen hâlâ bu kelimeleri mi kullanıyorsun, çağ atla biraz” diyerek, aslında kendi köklerinden hızla uzaklaşıyorlar. Pardon “reddi miras” yapıyorlar da diyebiliriz. Ne yaparsın, herkes anladığı kadardır şu hayatta.
Dilde Züppeliğin Peşinde KoşanlarJargon kullananların çoğu, farkında olsun olmasın, şu mesajı vermektedirler: “Sen anlamazsın, çünkü bu kelimeler biz ‘özel’ insanlar için.” İşte bu, asıl tehlikedir. Dil, toplumun bağrını birleştiren en güçlü iptir; o ipi kopardığınızda, millet dağılır.
Kendi halkının anlayacağı kelimeleri küçümseyip, yabancı kelimelerle ‘üst kimlik’ kurmaya çalışanlar, aslında kendi kültürlerine de yabancılaşmaktadırlar. Bu bir dil tercihi değil, bir aidiyet ihanetidir. Ya da “kimliksizliğin” göklere çıkartılmasıdır.
Birileri çıkıp “networking yapmamız lazım, ekosistemimizi optimize etmeliyiz, mindset’imizi upgrade etmeliyiz” yani “Ağ kurmamız gerekiyor, ekosistemimizi iyileştirmeliyiz, bakış açımızı geliştirmeliyiz.” diyor. O sırada aynı kişi, “Selamünaleyküm” diyen birine “Abi, biraz çağdaş ol” diyebiliyor. Yani adamın derdi iletişim değil, kimlik. Bu jargonculuk, köklerinden kopmuş bir zihniyetin dili olmuş çıkmış duruyor.
Mevlânâ’nın, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş-ı Velî’nin asırlar öncesinden damıtıp bize ulaştırdığı sade, anlaşılır ve derin dili bırakanlar; yerine plastik, ithal ve ruhsuz kelimelerle gösteriş yapmayı tercih ediyor maalesef. Etmeyenleri de eleştirmenin ötesinde ötekileştiriyorlar.
Bir Milletin Ruhu, Lügatiyle ÖlçülürDil, bir milletin hafızasıdır. O hafıza, ataların teriyle, gözyaşıyla, duasıyla yoğrulmuş kelimelerden oluşur. Bizim dilimizde hem estetik hem derinlik vardır. “Allah razı olsun” derken hem minnetimizi hem de dua niyetimizi aktarırız. “Teşekkür ederim” yeterli olabilir ama “Allah razı olsun” bambaşka bir manadır. Şimdi ise, aidiyeti yerin dibinde olanların bu derinliği, “thanks”, “appreciate” ve “cheers” gibi ifadeleriyle sulandırıyoruz.
Koca Yunus’un “Beni bende demen, bende değilim” mısrası, bugünün bayrak yapılan tek bir jargon kelimesinden daha derin, daha modern ve daha evrenseldir. Hangi bakımdan? Derinlik, duygu aktarımı, yorumu, bırakacağı iz bakımından. Ama gel gör ki, bugün kendini “modern” sanan bazı çevreler, bu kelimeleri anlamayı bir yana, duyduklarında yüzlerini buruşturuyorlar. Onlar için “empati” havalı bir kelime ama “gönül alma” sanki köyden kalma bir ifade! Onlara göre kendileri şehirli diğerleri köylü. Hoş, Yeşilçam denilen yerde işlenen temalar yıllarca bunu işledi durdu. Yani “kaçınılmaz” bir durumun vukuu bulmasıdır diye de bakabiliriz mevcut tabloya.
Hemen şunu da eklemek istiyorum: Bu, sadece kelimelerle ilgili bir sorun değil; zihniyet sorunudur. Çünkü kelimeler, düşünceyi şekillendirir. Düşünce bozulursa, kültür bozulur. Kültür bozulursa, kişi bozulur. Kişi bozulursa, toplum bozulur.
Televizyon ve Sosyal Medya JargonuÇevremize bir bakalım… Televizyon ekranlarında haber spikerleri bile “briefing, lansman, target audience” kelimeleriyle cümleler kurmaktadırlar. Sosyal medyada ise “challenge” kelimesini kullanmadan video çekemeyen koca koca adamlar var ergenlerle yarışır şekilde. Bir Türk atasözü, 5 kelimede yüzyıllık tecrübe aktarabilecek hassasiyetle miras kalmışken bugün bazı “influencer”lar, (sosyal medya etkileyicisi ya da etki sahibi kişi) İngilizce terimleri arka arkaya sıralayınca kendilerini filozof zannetmektedirler.
Kültür Erozyonu Demek Dil Erozyonu DemektirDil, kültürün omurgasıdır. Omurgası kırılan bir millet, dik duramaz. Bugünün jargonu, özellikle gençler arasında “Türkçeyi” moda dışı göstermenin bir aracı haline geldi. Düşünsenize: 13 yaşındaki bir çocuk, “Türkçe kelimeler kullanınca kendimi fakir ve geri kalmış gibi hissediyorum” diyorsa, bu sadece eğitim değil, aidiyet felaketidir. Bu tavrın sonucunda millet, kendi atasözünü bilmez ama “motivation quote” (motivasyon sözü) paylaşır hale gelir.
Son Sözümüz Şöyle OlsunJargon/jargonlar, yerinde ve doğru bağlamda kullanılabilir; buna kimse itiraz etmez. Ama kendi kültürünü, kendi kelimelerini hor gören, kendi halkını aşağılamak için jargon/jargonlar kullananlar, aslında içten içe bir boşluğu kapatmaya çalışmaktadırlar. O boşluk, köklerinden kopmuş olmanın boşluğudur. Bir milletin dili, önce ağızlarda, sonra kalplerde ölür. Biz hâlâ kelimelerimizi yaşatabiliriz. Ama önce şu ithal züppeliğin maskesini düşürmemiz lazım. Ne diyor Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu:
“Türkçe giderse, Türkiye gider.”
İşte, mesele bu kadar basit ve bu kadar keskin.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN / Eğitimci Sosyolog