Geçmişimden Hesap Sormalıyım!
Bir İçsel Yüzleşmenin Psikolojik Haritası
"Geçmiş geçmediğinde, gelecek gelmez."
Bu ifade, iç dünyasında yıllardır kırgınlıklarını taşıyan, çocukluk ve gençliğini doyasıya yaşayamamış bir kimsenin bugünle kurmakta zorlandığı ilişkiyi en yalın haliyle açıklar. Kişi, kendi zamanını yaşayamadığında, zaman onu yaşar. Dağarcığımızdan damıtılan bu makale, çocukluk ve gençlik yıllarında ihmal edilmiş, bastırılmış ya da maruz kalınmış travmatik deneyimlerin kişinin bugünkü ruhsal yapısına nasıl sirayet ettiğini; psikolojik adaptasyon güçlüğü, benlik çatışması ve kimlik bulanıklığı gibi sorunlarla nasıl birleştiğini ortaya koymaya çalışacaktır.
Yaşanmamış Bir Çocukluk
(Sessiz Çığlıkların İzleri)
Çocukluk, kişinin duygusal temelinin atıldığı, güven duygusunun içselleştirildiği ve sevgiyle tanıştığı bir dönemdir ve öyle olmalıdır. Lakin sevgisiz büyüyen, ilgisizlik ya da baskı ortamında var olmaya çalışan bir çocuk, büyüdüğünde yaşını aşmış bir yorgunlukla baş başa kalır. Yaşanmamış çocukluk, kişide içsel bir boşluk meydana getirir; oyun oynayamamış bir çocuk, yetişkinliğinde hayatla oynamaktan çekinir, hayal kuramamış bir çocuk ise geleceğe dair bir vizyon inşa edemez. Nereye kadar göz yaşı, nereye kadar travmalarda yaşamak diyerek sözde yaşayıp durur.
John Bowlby'nin Bağlanma Kuramı, çocuğun bakım vereniyle kurduğu ilişkinin, ileriki yaşantılarında temel güven, benlik değeri ve ilişki kurma biçimleri üzerinde belirleyici olduğunu savunur. Eğer çocuklukta yeterli sevgi, güvenlik ve kabul duygusu sağlanamazsa, kişide ‘görülmeme’ hissi ve kronik bir değersizlik inşa olur.
Hanife, 29 yaşında bir iç mimardır. Başarılı bir kariyeri olmasına rağmen kendini hiçbir zaman yeterli hissetmemektedir. Terapisinde, annesinin onu sıkça eleştirdiği, babasının ise duygusal olarak mesafeli biri olduğunu anlatır. Küçük yaşta 'fazla uslu' bir çocuk olmak zorunda kaldığını, çünkü aksi takdirde sevilmeyeceğine inandığını ifade eder. Bu çocukluk şeması, yetişkinlikteki mükemmeliyetçilik ve tükenmişlik sorunlarına kaynaklık etmektedir.
Bastırılmış Gençlik
(Kimlik Arayışında Donmuş Bir Zaman)
Ergenlik, kimlik oluşumunun en yoğun yaşandığı dönemdir. Ancak iradi olarak deneyimlenememiş bir gençlik; toplumsal baskı, ailevi kısıtlamalar veya travmatik olaylarla örselenmişse, kişi bu döneme ait duygularını ve karar mekanizmalarını tamamlayamaz. Bunun sonucunda, ilerleyen yaşlarda bile gençliğe özgü öfke, aile ve diğer çevrelere isyan ya da aidiyet bunalımı yaşanabilir. “O yıllarda kimse bana sormadı ne hissettiğimi ne olmak istediğimi” diyen bir kişi için, hayatın ilerleyen evreleri sahte rollerin oyun alanına dönüşebilir ve maalesef dönüşmektedir de.
Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramına göre ergenlik dönemi, “kimliğe karşı rol karmaşası” aşamasıdır. Eğer kişi bu dönemde kendini deneyimleme ve keşfetme fırsatı bulamazsa, kimlik gelişimi sekteye uğrar. Bu bastırılmışlık, ilerleyen yaşlarda kişinin yaşam yönü ve aidiyet duygusunda boşluklara yol açar.
Ebru, 33 yaşında bir lise öğretmenidir. Her ne kadar öğrencileriyle iyi iletişim kursa da içten içe hayata geçiremediği sporculuk hayalinin yasını tutmaktadır. Ergenliğinde ailesi sporla ilgilenmesini 'aylaklık' olarak nitelemiş, onu mühendislik okumaya zorlamıştır. Kimliğine dair bastırılmış arzular, bugün onu depresif ruh hali ve anlamsızlıkla baş başa bırakmaktadır.
Geçmişin Yüküyle Bugüne Tutunamamak
(Psikolojik Uyum Sorunu)
Çocukluk ve gençlik yıllarında yaşanan eksiklikler ya da travmalar, bilinçdışı düzeyde bugünkü yaşantıyı etkiler. Kişi, görünürde işlevsel olsa da içinde derin bir boşluk, değersizlik ya da öfke taşır. Bu duygular; depresyon, anksiyete, sosyal geri çekilme, ilişkilerde bağlanma sorunları ve kararsızlık gibi psikopatolojik belirtilerle dışa vurur. Günlük hayata adapte olmakta zorlanan kişi için zaman, akıp gitmesi gereken bir süreç değil, geçmişin içinde boğulmuş bir bataklıktır adeta.
Freud’un Psikanalitik Yaklaşımına göre kişi, bastırdığı duyguları ve çatışmaları bilinçdışı düzeyde tekrarlar. Bu tekrar, geçmişin bilinçdışı bir şekilde bugünde yeniden yaşanmasına neden olur. Geçmişle sağlıklı bir bağ kuramayan kişi, bugünün gerçekliğine uyum sağlamakta zorlanır; çünkü geçmiş onun bugünü algılama biçimini filtreler.
Erman, 34 yaşında bir sosyal hizmet uzmanıdır. İkili ilişkilerde yoğun terk edilme kaygısı yaşar. Terapisinde, annesinin sık sık evden gittiğini ve bir süre dönmediğini, kendisini yalnız bıraktığını hatırlamaktadır. Bugünkü partnerine duyduğu aşırı bağlılık, aslında geçmişte terk edilen çocuk Erman’ın bugündeki yansımasıdır.
İçsel Hesaplaşma
(Affetmek mi, Anlamak mı?)
Geçmişle hesaplaşmak, çoğu zaman yüzleşmekle karıştırılır. Oysa yüzleşmek, acının kabuğunu kaldırmaktır; hesaplaşmak ise o yaranın nedenini anlayarak onunla yaşamayı öğrenmektir. Kişinin iyileşme yolculuğu, suçlayarak değil, anlayarak başlar. Affetmek, bazen kendini serbest bırakmaktır. “Neden ben?” sorusu yerine “Bu yaşadıklarımla ne yapabilirim?” sorusu bireyi pasif kurban konumundan, aktif bir özne pozisyonuna taşır.
Psikoterapinin Rolü ve Yeniden Yapılanma Süreci
Kişinin içsel dünyasında yarım kalmış dönemlerin yeniden yapılandırılması için psikoterapi önemli bir alandır. Özellikle psikoanalitik ya da şema terapi gibi derinlemesine çalışma imkânı sunan yaklaşımlar, kişinin geçmişteki çocukla temas kurmasını ve o çocuğun yaşayamamış olduğu duyguları telafi etmesini sağlar. Terapi süreciyle birlikte kişi, geçmişinin mahkûmu değil, geleceğinin mimarı olma potansiyelini keşfeder.
Psikoterapi, kişinin geçmişte yaşadığı duygusal kırılmaları anlamlandırmasına, içsel çocuğu ile temasa geçmesine ve yeni bir anlam haritası çizmesine olanak tanır. Şema terapi, kişinin çocuklukta oluşmuş bilişsel ve duygusal kalıplarını tanımasını ve yeniden yapılandırmasını hedefler. İçsel hesaplaşma, suçlayıcı bir bakıştan ziyade, anlayış geliştirici ve dönüştürücü bir sürece dönüşmelidir.
Bu özellikteki insanların çoğunda ortak bir tema göze çarpar: geçmişiyle yüzleşememiş kişi, bugünde donmuş kalır. Terapötik süreç, kişinin içsel çocuğuna kulak vermesini ve onun duyulmamış sesini fark etmesini sağlar. Bu ses duyuldukça; öfke, suçluluk ve yas yavaş yavaş çözülmeye başlar. Kişi, artık sadece geçmişin kurbanı değil; kendi ruhsal inşasının öznesidir.
Yani Dostlar; Hesaplaşmak, Kendini Yeniden Doğurmaktır!
“Geçmişimle hesaplaşmalıyım” diyen bir kişi, aslında bir içsel uyanışın eşiğindedir. Bu hesaplaşma, bir isyan değil; bir yeniden doğuş çağrısıdır. Her ne kadar yaşanmamış yılların hüznü taşınsa da insan geçmişiyle barıştıkça kendisiyle barışır. Çünkü ancak geçmişin zincirlerinden kurtulan biri, bugünün içinde özgürce nefes alabilir. Geçmişin içinden bugüne yürümek, sadece hatırlamak değil; anlamak, yeniden kurgulamak ve kendini yeniden doğurmaktır. Hesaplaşmak, öfkenin değil; şifanın kapısını aralamaktır. Yaşanmamış bir çocukluk ya da bastırılmış bir gençlik, hayatın sonu değildir. Aksine, eğer bilinçle ve sabırla üzerine gidilirse, kişi kendi yaralarının da doktoru olabilir. Psikoterapi, bu iç yolculukta bir rehber; iç hesaplaşma ise ruhun özgürleştiği eşiğe açılan bir anahtardır.
Kalın sağlıcakla…
Gökmen CAN
Eğitimci Sosyolog