Sadece "Faizsiz" mi?

Editörden Notlar

Sadece “Faizsiz” mi?

Son yıllarda bazı ticari yapılar, kendilerini tek bir kavram üzerinden tanımlıyor: faizsiz.
Bu ifade, özellikle ekonomik sıkışıklığın arttığı dönemlerde güçlü bir güven duygusu üretiyor. Çünkü vatandaş için “faizsiz” yalnızca bir finans tekniği değil; aynı zamanda ahlaki bir tercih anlamına geliyor.

Ancak şu soruyu sormak gerekiyor:
Bir sistemin sadece “faizsiz” olması, onu başlı başına güvenli ve adil kılar mı?

Görünürde bu yapılar tek bir merkezden yönetiliyormuş izlenimi veriyor. Ulusal reklamlar, ortak kampanya dili ve yaygın şube ağı bu algıyı güçlendiriyor. Vatandaş doğal olarak, muhatabının büyük ve bütüncül bir yapı olduğunu düşünüyor.

Fakat işin hukuki ve mali tarafına bakıldığında şu soru kendiliğinden ortaya çıkıyor:

Bu yapılar gerçekten tek bir merkez midir, yoksa her şube ayrı bir tüzel kişilik olarak mı faaliyet göstermektedir?
Eğer her şube ayrı bir şirketse; ayrı vergi numarası, ayrı sorumluluk ve ayrı bilanço taşıyorsa, oluşturulan merkezî algının karşılığı nedir?

Bir adım daha ileri gidelim.

Vatandaş kiminle sözleşme yapmaktadır?
Reklamı yapılan ve bilinen merkezle mi, yoksa yalnızca bulunduğu ildeki ayrı bir şirketle mi?
Eğer sözleşme yerel şirkete aitse, merkez bu ilişkinin neresinde durmaktadır?

Daha kritik bir soru ise şudur:

Toplanan paraların tasarrufu kimdedir?
Tahsilat şubede yapılırken, fonların yönlendirilmesi ve karar süreçleri merkezde mi şekillenmektedir?
Eğer menfaat merkezde toplanıyor, risk ise şubeye ve vatandaşa bırakılıyorsa, bu durum dengeli bir yapı mıdır?

Şu ihtimali de düşünmek gerekir:

Bir şubenin mali olarak sıkıntıya girmesi halinde ne olur?
Diğer şubeler ve merkez faaliyetlerine devam ederken, yalnızca o şubeye güvenmiş vatandaş mı sonuçlara katlanır?
Eğer böyleyse, bu yapı vatandaş açısından öngörülemeyen bir risk üretmez mi?

Bir başka boyut da çalışanlar üzerinden okunmalıdır.

Şubelerde görev yapan kişiler, merkezî kararlar üzerinde ne kadar etkilidir?
Kararı almayan ama vatandaşa yüz yüze muhatap olan bu kişiler, sistemin doğal tamponu haline mi gelmektedir?

Ve belki de en önemli soru şudur:

Bu yapıların tamamı, merkezdeki sınırlı sayıda karar vericinin geniş inisiyatifine mi bağlıdır?
Eğer denetim parçalı, karar yetkisi merkezî ise; bu durum sistemik bir risk oluşturmaz mı?

Bu sorular herhangi bir firmayı hedef almak için değil; vatandaşın korunması, piyasa güvenliği ve sosyal hukuk devleti anlayışı gereği sorulmalıdır. Çünkü sosyal hukuk devleti, sorun çıktıktan sonra değil; sorun doğurabilecek yapıları önceden denetleyerek görevini yerine getirir.

Unutulmamalıdır ki mesele yalnızca “faiz” meselesi değildir.
Şeffaflık, sorumluluk, risk dağılımı ve hesap verebilirlik olmadan hiçbir sistem sağlıklı işlemez.

Bu nedenle asıl soru şudur:

Sadece “faizsiz” olmak yeterli mi, yoksa vatandaşı gerçekten koruyan bir yapı mı inşa edilmiştir?

Bu sorular cevapsız kaldıkça, tartışma da kaçınılmaz olarak devam edecektir.

Editör