AHLAK PUSULASI VE GELECEK
AHLAK PUSULASI VE GELECEK İnsanlık tarihinin en köklü sorularından biri, 'Nasıl yaşamalıyız?' sorusudur. Toplumların değişen şartlarına, kültürlerin farklılıklarına ve medeniyetlerin çeşitliliğine rağmen, ahlak arayışı her zaman ortak bir payda olmuştur. Doğu’da da Batı’da da, dinde de felsefede de, gelenekte de modernlikte de bu soruya verilen cevaplar farklı kelimelerle dile getirilmiş, ama özünde aynı hakikati işaret etmiştir.
Kur’an, ahlakı iman, adalet ve merhamet ile birlikte tanımlar. İnsana sorumluluk yükler, adaleti emreder ve toplumsal dayanışmayı teşvik eder. Veda Hutbesi, insanlık onuru, eşitlik ve dokunulmazlık ilkeleriyle evrensel bir çağrı niteliği taşır. Hudeybiye Anlaşması ise sabır, barış ve güven esaslarıyla ahlakın siyasî boyutunu ortaya koyar.
Tarih boyunca yapılan barış anlaşmaları, toplumsal sözleşmeler ve hak beyannameleri, farklı coğrafyalarda aynı ilkenin yankısını taşır: insanın onuru ve barışın değeri.
Doğu’nun ahlak anlayışı, irade, sorumluluk ve maneviyat üzerinde yükselirken; Batı’nın ahlak geleneği ödev, erdem, akıl ve uzlaşı kavramlarına dayanır. Farklı geleneklerin birbirinden ayrı görünse de, aslında ortak bir hakikati farklı dillerle ifade ettikleri söylenebilir. Doğu’nun derinlik arayışı ile Batı’nın düzen arayışı, bir bütünün iki yönünü tamamlar.
Evrensel ahlak ve bilim ilişkisi açısından bakarsak; bilim tanımlayıcıdır, ahlak ise normatif: Bilim “olanı” inceler, ahlak “olması gerekeni” sorar. Fakat bu ikisi bütünüyle kopuk değildir. Bilim, insan doğasını, toplumsal dinamikleri, ekolojik dengeleri anlamamızı sağlar; ahlak ise bu bilginin nasıl kullanılacağına rehberlik eder.
Evrensel ahlak, bilimsel gerçekleri göz ardı edemez. Örneğin çevre etiği, ekolojik bilimden beslenir; tıp etiği biyoloji ve tıp bilgisinden, yapay zekâ etiği ise bilgisayar bilimi ve veri bilincinden. Dolayısıyla bilim, ahlaka malzeme ve sınır sağlar; ahlak da bilime yön ve amaç verir.
Bilimsel gerçekleri de dikkate alan ama onları mutlaklaştırmayan bütüncül bir yaklaşım isabetli olacaktır. Başka bir deyişle, bilim ahlaka göz verir, ahlak ise bilime yön verir. Bu karşılıklı ilişki, gelecekte insanlığın ortak yolunu belirleyecek en kritik unsurlardan biridir
Postmodern dönemde değerlerin parçalanması, insanlığı ortak ilkelerden uzaklaştırmıştır. Teknolojinin hızla geliştiği çağımızda, yapay zekâ ve dijital dönüşüm, ahlak tartışmalarını yeni bir boyuta taşımaktadır. Sorumluluk, adalet ve güç ilişkileri yeniden sorgulanmaktadır.
Sanayi devriminde buhar makineleri iş gücünü, internet devriminde bilgiye erişim biçimimizi kökten değiştirdi. Şimdi ise yapay zekâ, yalnızca teknolojik bir dönüşüm değil, aynı zamanda ahlaki bir sınav kapımıza dayanmış durumda. Kur’an-ı Kerim, insanı “yeryüzünün halifesi” olarak tanımlar (Bakara, 2/30). Bu, insana verilen büyük bir onur olduğu kadar ağır bir sorumluluktur. Yapay zekânın gelişimi karşısında da temel soru şudur: İnsan, halifelik sorumluluğunu unutmadan teknolojiyi nasıl yönetecek?
Kur’an, müminleri “emanete riayet eden” (Müminûn, 23/8) olarak tanımlar. Güvenin zedelendiği bir toplumda ahlak çöker. Teknoloji sadece fayda ve verimlilik ölçütleriyle yönetildiğinde, insan onuru geri planda kalabilir. Bu nedenle ahlakın merkezine, insana ve bütün varlığa karşı duyulan sorumluluk yerleştirilmelidir. Kur’an’ın emanet anlayışı, modern çağın etik zeminini inşa etmede güçlü bir referans olabilir.
Hudeybiye’den Magna Carta’ya, Westphalia’dan günümüzdeki insan hakları beyannamelerine kadar bütün tarihsel sözleşmeler, ahlakın toplumsal düzeni kurmadaki rolünü teyit eder. Bu belgeler, farklı çağlarda ve kültürlerde ortaya çıkmış olsalar da aynı özle şekillenmişlerdir: barış, adalet ve insan onuru.
Geçmişin mirası ve bugünün meydan okumaları, insanlığı ortak bir ahlak vizyonuna çağırmaktadır. Bu vizyon, imanla aklın, özgürlükle sorumluluğun, adaletle merhametin buluştuğu bir noktada şekillenecektir. Teknolojinin hızla dönüştürdüğü dünyada asıl mesele, bu araçların insani değerlerle yoğrulup yoğrulmayacağıdır.
Kur’an’ın perspektifiyle bakıldığında ahlak, yalnızca bireysel erdem değil, aynı zamanda insanın halifelik görevini yerine getirmesinin yoludur. Yapay zekâ, insanlığa büyük imkanlar sunarken aynı zamanda ağır bir sınavdır. Eğer adalet, sorumluluk ve emanet bilinci unutulursa, teknoloji insanı yücelteceğine, küçültebilir.
Kur’an bize bazı tavsiyelerde bulunur. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan şahitler olun” (Nisâ, 4/135) buyurur. Şeffaflık, adaletin ön koşuludur. Yapay zekâ sistemleri “kara kutu” olmaktan çıkmalıdır. “Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin” (Mâide, 5/8). Algoritmalar, toplumsal önyargıları yeniden üretmemelidir. Kur’an, insana “emaneti” yüklemiştir (Ahzâb, 33/72). Teknoloji, insana hizmet etmeli, onu araçsallaştırmamalıdır. Kur’an, insanı tek bir kökten yaratıldığını hatırlatır (Nisâ, 4/1). Yapay zekâ küresel bir mesele olduğundan, etik ilkeler de evrensel olmalıdır. Kur’an’da “Hikmet verilen kimseye çok hayır verilmiştir” (Bakara, 2/269) buyrulur. Çocuklara yalnızca kodlama değil, kodun ahlaki ve toplumsal sonuçlarını sorgulamayı da öğretmek gerekir.
Geleceğin dünyasında mesele şudur: Yapay zekâyı yalnızca güçlü kılmak mı, yoksa adalet, merhamet ve hikmetle donatarak insanlığın iyiliğine yönlendirmek mi?
Gelecek için en önemli soru şudur: İnsanlık, ilerlerken ruhunu koruyabilecek mi, yoksa mekanikleşmiş bir dünya düzenine mi teslim olacaktır? Bu sorunun cevabı, ahlakın rehberliğiyle verilecek kararlarla belirlenecektir.
Kur’an’ın emri açıktır: “Doğrusu Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisâ, 4/58). Yapay zekâ çağının ahlak pusulası da işte burada yatıyor.