Tasavvurlar Fikir Örüntüleri - 15 -
Yüzleşme; öncelikle kişinin kendisiyle yüzleşmesidir. Yüzleşmeyi kendisiyle yapan kişi, yeni yüzleşmelerin kapısını aralar. Kişi, içine doğduğu kültürle yüzleşmelidir ki, kendi ayakları üzerinde durabilmeyi öğrensin ve bağımsızlığının üzerine kendi şahsiyetini inşa edebilsin. Kişi, tarihiyle yüzleşmelidir. Bilinmelidir ki tarih; mütegalliplerin ürettiği ve kurguladığı bir geçmiştir. Bu yüzden hakikate ve doğrulara ulaşmak için tarihiyle bir yüzleşmeyi gerçekleştirmesi şarttır.
Kişi, içine doğduğu kültürün düşünce yapısı ve dünya görüşüyle bir yüzleşme gerçekleştirmelidir ki, neyi alıp neyi terk etmesi gerektiği konusunda açık bir görüşe sahip olabilsin. Bağımsız kurduğu şahsiyetini sağlamlaştırması ve evrensel ölçekte bir bakışa ulaştırması için gerekli olan düşünsel yüzleşme asıldır. Bu seviye ile birlikte kendi düşünce sistematiği dışında kalan kültürlerle sağlıklı bir ilişki kurma zemini oluşur. Kişi, değer yargılarıyla bir yüzleşmeyi yapmadan doğru kararlar alma konusunda ciddi zaaflar taşır. Bu yüzden, içine doğduğu ve eğitim sürecinde kendisine dikte edilmiş davranışların sağlıklı bir analizini yapmalı ve bunlarla yüzleşmeyi sağlamalıdır. Kişi, kendi kültür ve düşüncesinin dışında kalan kültür ve düşüncelerle de sahici bir yüzleşmeyi yapmadan sağlam bir şahsiyet ve bilinç üretemez. Bu yüzden kendi dışındaki kültür ve düşünce birikimini doğru bir şekilde öğrenmeli ve onunla yüzleşmeyi esasa taalluk ettirmelidir. Kişi, mevcut bilgi düzeyi ve bu düzeyin oluşturduğu ilmî seviye ile de bir yüzleşme gerçekleştirmelidir. Böylece oluşturacağı fikrî yapıyı sağlam bir zemine kurma imkânı kazanır. Dünyanın geldiği düşünce düzeyi, kültür, bilim ve teknoloji seviyesi kişinin hayatını doğrudan etkileyecek bir pozisyon taşır. Bu yüzden bu bilişsel düzeylerle de derin bir yüzleşme kaçınılmazdır. Ancak en önemlisi, kişinin yüzleşmeyi sağlayacak bir temele sahip olmasıdır. Yani bir yöntem ve bakış etrafında bu yüzleşmeleri yapabilmelidir. Yoksa çalakalem ve harcıâlem bir yaklaşımla yüzleşme gerçekleştirilemez. Bu da kişinin anlam arayışının oluşunu ve yeryüzünü daha iyiye, güzele ve doğruya taşırken adaleti ve hakkaniyeti bir ilke olarak gözetmesini içermelidir.
Herhangi bir çıkar, yarar ve fayda üzerinden başkasını düşünmek, beklenti oluşturduğu için ahlakî değildir.
Ahlâk, iradî olarak beklentisizlik üzerinden tavır takınmaktır.
FİİLİ DÛA: Gazze saldırısı diğer saldırılarla benzerlik gösterse de bir ilktir. Bu kadar rahat ve pervasız bir şekilde bir halkı yok etmeye yeltenirken, diğer bütün halklar seyirci kalmaktadır. Bu “ilk”, kıyametin kopuşunun da habercisidir. Her ölen mazlum Filistinli ve Gazzeli elbette ki inancımıza gereği cennette ağırlanacaktır. Bu zalim dünyanın kahrını çekmektense cennette ağırlanması onun için güzel bir durumu da işaret eder. Ancak geride kalan Müslümanların halleri ve onların Allah katındaki sorumlulukları ne olacaktır?!!! Hiç kimse “Ama benim etim budum nedir ki, ne yapabilirim ki?” söyleminin arkasına sığınmaya kalkmasın… Dünya sekiz buçuk milyar insandır ve bunun yaklaşık iki milyarı Müslüman olma iddiasını taşır. Bu iki milyar insan, eğer gerçekten bir azınlık olan Yahudileri sadece ekonomik olarak protesto etse, birçok şey kendiliğinden değişir. Onların mal ve ürünlerine yönelik bir boykot hareketi büyük bir değişimi açığa çıkarır. Demem o ki; her insan, kendi çapında bu olayda bir tavır geliştirerek doğru bir eylemle o mazlum halka zulmeden İsrail ve yardakçılarına gereken cevabı verebilir. Sadece komşu ülkelerdeki Müslüman halk, sıradan Müslüman insanlar “Yeter bu zulüm!” diyerek ayağa kalkıp Filistin’e doğru bir yürüyüşe geçseler, bütün dengeler altüst olur. Her ülke Müslümanları, kendi ülkelerindeki iktidarları bu zulme karşı tavır almaları noktasında sıkıştırsa, işin rengi değişir. Demem o ki, Müslümanlar imanlarının gereği olaylar karşısında tavır geliştirmeye başladıklarında “Müslümanlıkları, Müslüman olmalarına zemin oluşturur.” Mesele Müslüman olma meselesidir. Her adımımız, her hareketimiz, her yönelimimiz, her tavrımız, her davranışımız Müslümanlığımızdan neşet etmelidir ki, Müslüman olma iddiamız anlamını bulsun.
Bilim, akıl ve din... Bu üç yöntem, kendi zeminleri üzerinden, kendi bilgilerine yönelik bir bağlılık üreterek “kesin inançlılar topluluğu” oluşturmaktadır. Bu üç farklı zemin, kendi varlık alanlarında inşa edilmiş zeminlerdir. O hâlde, bilimsel bilgiden hareketle aklî bilgiyi; aklî bilgiden hareketle bilimsel bilgiyi eleştirmek haklılık üretmez! Bilakis, bir cehaleti ortaya çıkarır. Aynı şekilde, bilimsel ve aklî bir bilgi üzerinden dinî/vahiy kaynaklı bilgiyi eleştirmek ve yok saymak da benzer bir cehaleti işaret eder. Çünkü farklı zeminlere ait yöntemlerin, başka bir zemine yönelik itirazı makul değildir. Tek makuliyet alanı, kendi sahasına dâhil olan ortak zeminde, kendi sınırlı bilgisini dikkate alarak itiraz yöneltmesidir. Ancak dinî bilgi, doğası gereği diğer yöntemleri kapsama alanına aldığı için onların içerdiklerine yönelik aksiyomlar üretir. O alanlarda birebir haber vermişse, o (vahyî olan) kabul edilir. Bu yüzden dinî düşünce üzerinden elde edilen aksiyomlar, diğer yöntemler içinde de geçerliliği olan aksiyonlardır.
Ruhunu alkışlarla doyuranlar, hakikat gibi bir derde sahip olamazlar...
Kendisiyle barışık olmayı başaran kişi, her şeyle (pozitif anlamda) barışık olma zeminine sahip olur. Kişi, Allah’la (aşkınlık/kutsal) barışık olursa, kendisiyle de barışık olmanın imkânına kavuşur.
Kullandığımız kavramların anlamlarını doğru işaret etmek için hangi amaçla kullandığımızı önce kendimiz bilmeli, sonra da okuyucuya hissettirmeyi başarmalıyız. Yani bir kavramı tepkisel kullandığımızda, onun anlam alanını daraltmış oluruz. Mesela “dünya” kavramını, dünyayı kötülemekle birlikte kullanan bir kişiye karşı olumlu kullandığınızda, tepkisel bir kullanmaya yöneldiğiniz anlamına gelir. Aynı şekilde tersinden, bu kez başka bir tepkisellik onu olumsuz niteleyebilir. Hâlbuki “dünya” kavramı kendi otantik yapısı içinde ne olumludur ne olumsuz. Dünya, insana içkin olarak ve insanın dünya ile kurduğu ilişki bağlamında anlamını izhar eder. Bu kritik mesele genelde dikkate alınmıyor. Dünya gibi birçok kavram, kendi yalın halleriyle farklı insanlarla kurulan ilişki bağlamında farklı anlamlar kazanır.
*