Tasavvurlar Fikir Örüntüleri - 12 -

Abdulaziz TANTİK

Batılı modern tarih, bizim tarihî mirasımızı bize yanlış tanıtmıştır. Bizim tarihçiler de modern tarihin tasallutu altında kendi tarihlerini anlamaya çalışmışlar ve yanıltma devam etmiştir. Hâlbuki tarihi ya kronolojik olarak ya da bölgesel olarak okumak mümkündür ve bu, sorunlu bir yöntemi içermektedir.
Oysa fenomenolojik bir okuma –ki İsmail Raci el-Faruki İslam Kültür Atlası’nda bunu yapmaktadır– en doğru tarihî okuma biçimi olarak derinleştirilerek yapılmalıdır.
O zaman kendi tarihimizin derinliklerini keşfederken, nelerin olup bittiği konusunda da sahici bir bakışa sahip olabiliriz.

Yeni bir söz ve ruh şu temeller üzerine bina edilmelidir:

Propaganda ve retoriğe dayalı olmayan bir bilgi…

Taktik ve stratejiye kurban edilmeyen ahlak…

Çıkar ve hegemonyaya bağımlı olmayan adalet…

Her türlü despotluğa rağmen savunulası olan özgürlük…

Bencillik ve cimrilikten arî bir paylaşma…

Aleyhine de olsa sahip çıkılan hak, hakkaniyet…

Tekebbürü dışlayan ve insan olmayı içinde barındıran bir tevazu…

Her türlü beklentiyi dışlayan bir diğerkâmlık, feragat ve fedakârlık…

Siyasî, toplumsal ve kültürel sığlıktan kurtulmuş bir ufuk ve engin görüşlülük…

Sorunlar, sıkıntılar ve zorluklara dayanacak bir geniş yüreklilik…

Kötülüğü iyiliğe dönüştürecek sebat, sabır ve tahammül gücü…

Bir dünya görüşü olmadan ne ahlak, ne siyaset, ne iktisat ve ne de bilim yapılabilir.
Soru şu: Bizim dünya görüşümüz nedir?
Aslında ahlak, siyaset ve iktisadî hayatımız ile bilme yöntemimiz de dünya görüşümüzü mümkün ve âşikâr kılıyor.

Bir olayı soyutlayarak düşünmek, teorik bir durum açısından doğru; ama eylem/praxis açısından ise çok yanlış olur.
Çünkü teori de eylemde, uygulama/bağlam olmadan doğru bir zeminde düşünülemez.
Bağlamından kopartılmış siyasî ve sosyolojik değerlendirme boşluğa düşer.

Maalesef toplumsal veya kültürel eleştiri bağlamında ya da neden-sonuç ilişkisi dışında, salt mevcut durum açısından değerlendirme yapmak modaya dönüşüyor.
İnsanlar aç, özgür değil; parçalı bir görüntü veriliyor. “Niye birleşmiyorlar?”, “Adalet, barış ile savaş gibi meseleler niçin çözülemiyor?” diye eleştiriler yapılıyor…
Haklılık pozisyonu üzerinden ahkâm kesiliyor. Biraz mâkul olma, biraz tutarlı olma, meseleyi doğru anlamak için yeterlidir.

Var olmanın yolu –veya âriflerin dediği gibi yeniden doğmanın yolu– anlam arayışını yaşamın nirengi noktası kılmaktır.
Anlam yoksa hiçlik vardır ve yokluk başlamıştır.
Yaşamak, hiçliği ortadan kaldırmaktan geçer.

Bir başka boyutuyla, hiçliği kabul ederek var olmak; yeni bir doğuşun simgesel değeri olarak görmek ve varlığını büyük varlık skalasında yeniden var kılma çabasına ortak olmak için kendine ait olmayan varlığını hiçlemektir.
Çünkü sen kendin olarak var olamadığın gibi başkalarını da var edemezsin.
Ama yokluğunu kabul ederek, başka bir gücün –yaratıcı gücün– varlığı ile kâim olmayı idrak ederek yeniden doğuşunu sağlayabilirsin.
Bunu başarmak, yeniden doğmaktır.

Bu meseleyi hafife alanlar, kendi varlıklarının girdabında yokluğa kendilerini tevdi ettiklerinin farkındalığını kaybederek hüsrana uğramayı göze alanlardır.
Farkındalık; iman, yaratılmış bir varlık olduğu gerçeğini kabullenerek sınırlarına rıza göstermek, rızâ-yı Bârî’yi beraberinde taşır.

Gündelik keşmekeşliğin dışına çıkmayı dene.
Gündelik hızın akışına ters dur.
Gündelik olayların dışında dur.
Gündelik sorunların etkisinden sıyrıl.
Gündelik olguların arka planını düşün.
Gündelik meselelerle uğraşmaya ara ver.

Hatırla…

Bütün bu olup bitenlerin neye tekabül ettiğini doğru anlamanın yolu, ancak onların dışına çıkarak, onları dışarıdan gözlemleyerek haklarında doğru bir tanıma kavuşmakla mümkün olur.
Hakikat, kendisini gündelik yaşamın içine gizlemiştir.

Akış içinde onunla buluşmak neredeyse imkânsızdır.

Bu yüzden akışın dışında kalarak, hakikatin nereye gizlendiğini bulmalısın.