GAZZE DİRENİŞİ VE MÜSLÜMANLARIN AHVALİ
İki yıla yaklaşan bir katliam ve soykırım girişiminin sonucunda, aç, susuz ve her türlü saldırıya maruz kalan Gazze halkı, müslüman kimliğini tamlık içinde taşıyarak kendisini İslam gibi şerefli bir dinin temsilcisi kılacak eylemliği inşa etmiştir. Gazze dışında kalan Müslümanların kahır ekseriyeti ise İslam gibi bir dinin şerefini taşıma konusunda ciddi zaaflar taşıdığı açıkça gözlenmektedir. İktidar ve halk olarak Müslümanlar, gereken iradeyi ortaya koyamadığı gibi İsrail zulmüne karşı bir tavır da geliştirmekte zaaf taşımaktadır. Dünyada vicdanlı insanlar ile Müslümanların ekalliyeti tepkisel tavırlar geliştirerek gündemleştirmeye ve bir çözüm arayışına zemin oluşturmaya çalışmaktadırlar. Ama bu çabaların da bir karşılık üretmediği açık olmakla birlikte yaptıkları eylemler ile kendi imanlarının göstergesi olacak işler yapmaları ise takdire şayandır.
Niçin bu haldeyiz?
Özgürleştirilmesi beklenen modern dünyanın ‘köleleştirici’ unsurları işe yaramıştır. İnsanlar, kendi çıkarları dışında hareket etmeyi bir ahmaklık olarak görmekte ve eğer bir eylem yaparsa bile isteksizce yapmakta olduğu için etkin bir tavır geliştirmeye imkân sunmamaktadır. Müslümanların iktidarlar aracılığı ile ve modern kültürün başat karakteri sayesinde modern özne olmayı müslüman fert olmaya yeğ tutmaları yüzünden yeterli oranda ve yeterli bir irade tarafından beslenen tepkiler ortaya koyamadıkları için sonuç değişmemektedir. Ürdün, Lübnan, Suriye ve Mısır kadar Türkiye’de de milyonlar ayağa kalkarak bu katliamın ve soykırımın durdurulması için gereken adımları atamadıkları için taktik ve strateji arasında kalan bir makasta İsrail soykırımına devam ederken cepheyi genişleterek sürdürmektedir. Söylem yerine eylemin açığa çıkmadığı iktidarlar ise sert söylemler aracılığı ile sadece kendi vatandaşlarının vicdanlarını serinletme çabasını sürdürmeye devam etmektedirler.
Müslümanların, seküler kültür tarafından esir alınmasının gerçek bir zeminde gündem olamaması ise en büyük engel olarak Müslümanların önünde durmaktadır. Müslüman olduğunu sanan kalabalıkların kahır ekseriyetinin ise seküler kültür tarafından biçimlendirilmiş algılar tarafından yönetildiğini görmek zor olmasa gerek! İslami hareketlerin ise yürüyüş ve yardım dışında yapabilecekleri bir şey bulamamaları ise başka bir sorun alanı olarak önümüzde durmaktadır.
Kendisi olamayan, imanın gereğini yerine getirmek bir tarafa ne olduğunu tam olarak idrak edemeyen bir neslin ise geriden geldiğini dikkate aldığımızda bugün Müslümanların karşı karşıya kaldığı katliamların yarın daha büyük olanları ile yüzleşmek zorunda kalması beklenmelidir. Arakan, Eritre, Keşmir, Afganistan, Suriye, Irak ve benzeri birçok ülkede Müslümanlar katliamlara maruz kalmışlardır. Bugün ise Gazze, Batı Şeria ve her gün müslüman kadınlara yönelik tacizler, saldırılar, dövmeler, gözaltılar vesaire Filistinliye hayat mezar kılınmaktadır. Buna yönelik ise herhangi bir tepki gösterilmemektedir. Uluslar arası sularda yardım gemisi saldırıya uğramakta, ama yine kimsenin kılı kıpırdamamaktadır. Yemen Husileri elinden geleni yapmakta ve bu da yeterli bir gücü açığa çıkarmamaktadır.
Bir milyar sekiz yüz milyon müslüman olduğu söylenen bir dünyada sekiz milyon bile olmayan bir ülkenin üç milyonu bulan müslüman Filistinlileri yok etme iradelerini ortadan kaldıracak bir hamleyi yapmaktan imtina edilmektedir. -O zaman Müslümanlar bu halde iseler, İslam dininin müntesibi olma imkân ve ihtimali nerede kalacaktır?- Amacım burada tekfir kılıcını devreye sokmak değil, bilakis, müslüman ile İslam arasındaki derin uçurumu gözler önüne sermektir. Bu uçurumu sağlayan şeyin ise seküler kültürün etkisi altında yaşamını sürdürme çabasına sahip olan Müslümanların İslam dininden uzaklaştıklarını bilmeden yaşamaya devam etmeleridir. Bu çıplak gerçeği yeniden gündem yapmak ve bu sorunu çözmeye yönelik iradi eylemler ortaya koymak zorunluluk olarak kendisini dayatmaktadır. Ama bu iradeye sahip bir entelektüel topluluk ve siyasal bir karakteri bulmak neredeyse imkânsıza dönüşmüştür. Yeniden ayağa kalkmanın bir yolunu bulmak elzem olmuştur.
İşte Kuran bize yolu gösteriyor: “Ey iman edenler, iman ediniz…” ayetin devamında iman etmenin ilkeleri hatırlatılmaktadır. İman edenler yeniden iman ediniz, bu emri ilahiyi gündemden düşürmemek lazım… Çünkü iman sürekli tazelenmelidir. Ama iman, sürekli hatalar, yanlışlar, cürümler, fesatlar üzerinden üstü örtülü hale geliyorsa, onu yeniden kendisine getirecek iman etmeyi ve o ilkeleri hatırlayarak anlamını ve hayatını bu ilkeler üzerine bina etmeyi irade ederek yeniden Müslümanlığı ile kendisini buluşturmayı başarmalıdır. Yoksa giderek fesada kapılan kullar zümresine kapılarak yoldan uzaklaştıkça uzaklaşacaktır. Sonu hüsran ile bitecek bir son ile karşılaşmaktan kurtulmak için vahyin rehberliği altında imanı tazelemek ve yenileyerek Müslümanlığımızı diri hale getirmek ve bizi imandan uzaklaştıran kültür ve yaşam tarzlarını reddederek kendimiz olmaya yönelmek tek çıkış yoludur.
Burada alışkanlık haline getirdiğimiz yaşam tarzımızı yeniden sorgulamak ve onun iman ettiğimiz ilkeler ile ilişkisini sorgulayarak kendi umdelerimize sahip olmak konusunda bir farkındalık oluşturmak kaçınılmaz olmalıdır. Bu farkındalık zaten bizi imanı tazelemeye taşıyacaktır. İman tazelendiği zaman salât bizi kötülükten men edecektir. Eğer salâtımız bizi kötülükten alıkoymuyor ve bizi salihatlara taşımıyorsa burada temel bir sorun vardır: o zaman imanımızı yeniden gündemleştirerek onunla olan sıhhat derecemizi gözden geçirmeliyiz.
Müslüman bir fert olmadan modern birey olmaktan kurtulamayız. Müslüman bir cemaat olmadan da modern toplum olmaktan kurtulamayız. Ümmet olmadan da ulus devlet sınırlarına hapsedilmiş vatandaşlar olmaktan kurtulamayız. Fert, cemaat ve ümmet olmadan da Müslümanlara yönelik geliştirilmiş yok etme projelerini ortadan kaldırma ve caydırma imkân ve ihtimalini bulamayız. Bu da önümüzdeki günlerde de Gazze’nin başına gelen şeyin aynısının bizim başımıza geleceğinin önlenmesini gerçekleştiremeyeceğimizdir.
O zaman temel mesele; seküler kültürün bize yaptığının İsrail terör örgütünün bize yaptığından farksız olduğunu idrak etmektir. Gösteri yapan batılı vicdanlı insanları örnek göstererek modern kültürü olumlamanın bir karşılığı yoktur. Onlar vicdanlı insanlar olarak müslüman olmaya en yakın insanlar olmaktadır ve görülen o ki müslüman olmaya devam etmektedirler. O kültür ancak müslüman kanı üzerine bina edilmiştir. İlk kurulduğu günden bugüne kadar da bu durum değişmemiştir. Müslüman halk, kendi iktidarını doğru bir istikamete yöneltmek için önce kendisinin istikametini doğrultması elzemdir. Modern kültürün hepimize yutturduğu önce ben, benim çıkarım ilkesinden vazgeçmedikçe de istikamet sahibi olmanın ham hayal olmaktan öte bir şey olmayacağını da öğrenmek farzdır.
Benden bize yürüyen bir düşünce ve eylem ile cemaat ve ümmet olma vasfı kazanılır. İsar olarak kabul edilen temel ilişki biçimi; müslüman olmanın temel koşuludur. O da kendinden vazgeçerek kardeşini düşünmek, her alanda… Düşünelim; her müslüman diğer müslüman kardeşini kendisine önceliyor. Bu durum müthiş bir feragat kültürünü ve beraberinde müthiş bir dayanışmayı getirir. İşte o zaman Müslümanlar dünyanın neresinde olursa olsun, bir zulme uğradığı zaman diğer Müslümanlar onların yardımına koşacaktır. Bugün ise maalesef bunu gerçekleştiremiyor isek bunun sebebi, Müslümanlığımız ile bizim aramızdaki kırılmış fay hattıdır.
Yapılması gereken şey bellidir. Kurumsal yapılar, iktidarlar, sivil toplum örgütleri ve entelektüel hayat buna yönelmeli ve bunun için çaba ve gayret göstererek dayanışma içinde birlikte yol almaya başlamalıdırlar. Yoksa mı? Kıyamet kapıda ve hesap günü bütün çetinliği içinde bizi bulacaktır.